Bir Film Senaryosu Sarsıntıyla Uyanmak: Tükenmişlik

Son günlerde yaşadıklarından ötürü daha da yorulduğunu ve hayatın yükünün omuzlarında daha da ağırlaştığını hissederek uyandı. İki gündür tamamen ruh gibiydi. Neredeyse hiçbir şey yemiyor, uyumuyor ve konuşmuyordu. Pek düşündüğü, daha doğrusu düşünebildiği de söylenemezdi. İşten eve, evden işe klasik bir monotonlukta işlerine bakıyordu.

Bir Film Senaryosu Sarsıntıyla Uyanmak: Tükenmişlik

Sabah yine erken saatlerde uyandı. Sütlaç başucunda mırıldanıyordu. Gözlerini ovuşturarak doğruldu ama yorgunluk peşini bırakmıyordu. Aynada kendine baktığında, gözlerindeki cansız bakışları fark etti. "Bu böyle gitmez," diye düşündü ama içinde durumu değiştirecek enerji ya da motivasyon yoktu. Zihni boşlukta dolanıyordu; ne geçmiş ne de gelecek hakkında düşünebiliyordu. Anlık bir varoluş çemberindeydi sanki.

Yine kahvaltı yapmadan evden çıktı. Motoruna binip işe gitmek üzere yola koyuldu. Yolda, diğer araçların arasından süzülürken çevresindeki dünyayı bir sis perdesi ardında izliyormuş gibiydi. İş yerinde aynı yüzler, aynı sesler, aynı görevler. Her şey otomatik bir pilot gibi işliyordu. Mesai arkadaşları ona bir şeyler söylüyor ama söyledikleri kulağında yankılanıp kayboluyordu. Çalışırken, her şeyin nasıl bu kadar monotonlaştığını, hayatın nasıl bu kadar anlamsızlaştığını düşündü ama bir sonuca varamadan tekrar işine odaklandı.

Öğle arası geldiğinde, genellikle yaptığı gibi yemeğe gitmedi. Pencereden dışarı bakarken, hayatın akışını izlemek bir nebze olsun içini rahatlatıyordu. Ancak bu rahatlama anlık ve yüzeyseldi. Gerçekten ne hissettiğini bile anlayamıyordu. İş arkadaşlarından biri gelip onunla sohbet etmek istediğinde kısa cevaplarla geçiştirdi. Kimseyle konuşmak istemiyordu, hatta kendisiyle bile.

Günün geri kalanı da aynı şekilde geçti. Mesai bitiminde motoruna bindi ve eve doğru yola koyuldu. Eve vardığında, Sütlaç'ı aradı ama bulamadı. Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu ve "Tabii ya. Ben kimim ki beni seveceksin de yanımda kalacaksın," dedi kendi kendine. Sonra yine hiçbir şey olmamış gibi kanepeye uzandı. İlk terk ediliş bu değildi sonuçta. Düşünceleri yine boşlukta dolanıyordu. Hayatındaki bu belirsizlik, bu anlam eksikliği onu daha da yoruyordu.

Uyumadan önce bir sigara yaktı, dumanın tavana doğru süzülüşünü izledi. "Bu böyle gitmez," diye tekrarladı kendi kendine. Fakat nasıl bir değişiklik yapabileceğine dair en ufak bir fikri yoktu. Sigara bitince, içindeki boşluk hissiyle yatağına uzandı. Gözlerini kapattığında, yarının bugünden farklı olacağını umarak derin bir uykuya daldı.

Bu döngü böyle devam edemezdi, biliyordu. Ama bunu nasıl değiştireceğini bulmak, kendisini en büyük savaşının ortasında bırakıyordu. Belki de bir çözüm bulmak için biraz daha derine inmesi gerekecekti, geçmişteki yaraları sarıp, geleceğe dair umutlarını yeniden yeşertmesi gerekiyordu.

"Biliyor musun nasıldır insanın kendi eline bırakılması, kendisiyle baş başa, kendi insafına terk edilmesi. İlle de korkunçtur diyemem, ama bu dünyada yaşadığımız en akıl almaz serüvenlerden biridir: İnsanın kendi kendiyle yüz yüze gelmesi."
-Wolfgang Borchert-Karahindiba

Bir Film Senaryosu Sarsıntıyla Uyanmak: Tükenmişlik
Cevapla