Muğlak, Ölüm, Korku!

Chroall

...

Bahar, eziliyor ayağımın altında henüz yeşillenmiş çiçekler.

Muğlak, Ölüm, Korku!

Rüzgar, o her zamankinden yumuşak; amacı canımı yakmak değil. Tenime değdikçe ürperiyorum biraz. Yalnızca biraz ürperiyorum işte... Saçlarım savruluyor. Gözlerimi kapıyorum ve dinliyorum. Kuşları, çok uzaktaki şehri ve uzaktaki şehirlerdeki insanları...
Güneş batmakta bir yerlerde...
Çok uzakta, uzakta batmakta ama burada değil, bende değil...
Heyecanla titriyorum.
Buhar?!
Neredeyse buhar kıvamında, çok hafif bir yağmur çiselemeye başlıyor. Gözlerim hala kapalı. Duyuyorum kuşları, çok uzaktaki ve uzaktaki şehirleri, yaprakların kıpırtısını, yaprakların fısıltısını...
Hayır, hayır!
O da ne! Duyuyorum işte yaprakların çığlığını! Ayağımın altında ezilen taç yaprakları; kırılan zavallı, incecik gövdeleri... İnleyerek dizlerimin üzerine çöküyorum...
Hayır!

Sessizlik. Karanlık. Sıcaklık, bu his bende yabancı işte...

Muğlak, Ölüm, Korku!


Gevşiyor kaslarım, Çıkıyorum içine girdiğim o derinlemesine uzanan sessizlikten. Gözlerime siper ettiğimi yeni fark ettiğim ellerimi çekiyorum. Çektiğimde karşımdaki göz alıcı parlaklıkla mest oluyorum. YAZ... Bu yaz olsa gerek. Sıcak... Gerilmenin o hafif, ilkel zehrini tatmış bedenim bir anda gelen hazla rahatlıyor ve titriyor. Tanrım, daha çok istiyorum. Daha çok istiyorum. O daha çok istiyor. 'Beden'im daha çok istiyor... Sıcak... Çok sıcak... Çılgınlık bu... Gözlerim sulanıyor. Sıcak ama yakıcı bir sıcak... Tenim kavruluyor esen sıcak rüzgarlarla. Hem gevşetiyor, hem canımı yakıyor. Canım yanıyor ama bahşedilen o sıcaklıktan mahrum kalmamakta ısrarcı olan bedenim irademi alt üst edip önümdeki yüce patlamaya, yüce ve binlerce patlamaya adeta koşuyor.
Yanıyorum...
Ölüyorum sanırım...
Vücudum hücrelerime kadar kuruyor.
Buhar oluyor her zerrem. Yanık kokusu dolduruyor kömürleşmiş burnumu.
Bacaklarım, iki kuru kemik parçası; onlar yürümeye devam ediyor.
'' İleri! '' diyor artık bir ızgaradan farksız olan kalbim.
Yardım edin! Ölüyorum! Lütfen yardım edin!!

Uzanıyorum ellerimle ileri, akan gözlerimle gördüğüm son şey oluyor ellerimin savrulan külleri...

'Işıkları sen mi söndürdün?'

Muğlak, Ölüm, Korku!

Elimde hissettiğim soğuklukla adeta yeniden, farklı bir evrende doğuyorum. Yabancı değil.
Gözlerim mil çekilmişcesine acırken iniltilerim beni kendime getiriyor. Ne yaşıyordum ben?
Acı hafifliyor ve yerini kaşıntıya bırakıyor. Ovalıyorum kuruyan gözlerimi, siliyorum ıslak göz pınarlarımı. Islak göz pınarlarım... İçime doluyor keskin bir hayal kırıklığı, yükseliveriyor midemden ve boğazımda düğümleniyor. Gözlerimi aralıyorum. Alışması zaman alıyor etrafa. Karanlık.
Zifiri karanlık.
Yine mi?
...
Karanlığa alışan gözlerim ilk olarak bir masa seçiyor. Ardından dolaba benzeyen, avizeye benzeyen bir çok siluet, fırtınadaki yağmur bulutları gibi birbirine giriyor. Kahretsin.
Kahretsin, neredeyim ben?
Geriliyorum, bir duvara çarpıyorum. El yordamıyla bir şey arıyorum, bir...
Bir şey arıyorum. Duvarda bir şey...
Bir...
'' Işık... ''
Bir... Işık...
'' Aç onu, göremiyorum seni. ''
Elim duvarda bir yere değiyor. Basıyorum üzerine parmaklarımı, eklemlerim çatırdıyor.
Işık. Loş bir ' Işık ' odayı dolduruyor. Mobilyalarla dolu, mobilyaların üzerine brandalar çekilmiş, brandaların ise üzerinde tozdan katmanlar olan bir oda sükunetle karşılıyor beni. Her şeyin rengi solmuş. Bu oda da bir şey eksik... Başımı çevirdiğim yerde griler yakalıyor bakışlarımı. Bu mobilyalarda, bu ışıkta, bu odada...
'' Hatta bende... Sende... ''
Bir şeyler eksik.
Kimdi bu konuşan?
'' Ruh... ''
Kimsin sen, diyorum boşluğa. Cevabı beklemeden soruyorum bunu. Sesi yeniden duyuyorum, rengi adeta bir silgiyle silinmiş odada. Bu kez daha gür...
'' Ölüyorsun, Işığın sönüyor. ''
Ölüyor muyum?
Dehşet içinde odada dolaşıyorum. Kalbim sıkışıyor. Deli gibi aranıyorum neyi aradığımı bilmeden... Camdan yansıyan küçük bir parıltı çekiyor dikkatimi. Cama yaklaştıkça silikleşiyor. Sanki tam göğsümün ortasında biri mum yakmıştı ve şimdi o mumu üflüyordu giderek artan bir şiddetle. ' Işık ' söndü. Camdaki gözleri kızarmış, göz altları torbalanmış, dudağı susuz toprak gibi parçalanmış bembeyaz siluet de kayboldu bir anda.
Ben.
'' Sen... Ben... ''
Bendim o.
Bakışlarımın zemini değişti, dışarıdaki ağaçlara odaklandı. Yerdeki ölü, çürümüş, sarı, kahverengi yapraklara odaklandı. Git gide solan doğaya odaklandı. Bir şey eksik... Ruh.
'' Sonbahar. ''
Dünyam karardı.
Yine.
Ve son kez...

Kış. Dudağımdan dökülen kelimeyi anlamlandırmam zaman alıyor.

Muğlak, Ölüm, Korku!


Üşüyorum.
Saniye saniye derine çekiliyorum buz gibi gelgitler tarafından. Parmak uçlarımdan başlıyor titremeler ve tam orta yerimde son buluyor. Vücudumun ısınmak için yaptığı her kasılmada canım yanıyor.
Üşüyorum.
Parmak uçlarımdan başlıyor ve adeta binlerce böcek tarafından aynı anda ısırılırmışçasına yakıyor canımı...
Üşüyorum.
Parmak uçlarımdan başlıyor bu kez. Ama farklı... Uyuşuyorum.
Üşüyorum.
Hissizleşiyorum.
Ölüyorum.
Ben ölüyorum.

- 0 -

Sonunda! :D

Sizce bu his ne olabilir? Yani anlatmaya çalıştığım...

Ne zaman kendi kendinize '' ölüyorum galiba? '' dersiniz?

Aslında biraz edebi oldu, böyle bir şey amaçlamıyordum. :DD

Muğlak, Ölüm, Korku!
10 Cevap