"Ramadan" Yanmak; O Sene ki Ramazan' da Ne Yanmıştık.

Üsküdar İskelesi’nden vapurla Eminönü’ne gidiyorduk. Jetonlarımızı aldıktan sonra, ufacık iskeleye yanaşan vapurun yolcuları yavaş yavaş inince, kapılar açılır açılmaz koştura koştura arka, üst açık güverteye koşmuş; boş yer kapmaya çalışmıştık. Vapur hareket ettiğinde, sıcak havada denizden esen serin rüzgâr bile canımıza can kattı.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Vapurumuz Eminönü iskelesine yanaştığında, hafif sert bir yanaşma vuruşuyla sallanıp tahta iskeleye doğru indik. Biraz ilerleyip trafik ışıklarında bekledik; yolun karşısına baktığımda sol tarafta, Yeni Cami’nin eski adıyla Valide Sultan Camisi’nin kocaman silueti beliriyordu. Trafik yeşile döndü, geçtik; biraz ileride meşhur Kapalıçarşı’yı gördük.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Kapalıçarşı’ya adımımızı atar atmaz burnumuza buram buram baharat kokuları doldu. Biraz ilerledikçe satıcıların neşeli sesleri yükselmeye başladı:

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

"Turkish delights! Güllü lokum, cezerye… Abi, mis gibi cezeryelerim var, vereyim mi?"

Eşimle göz göze geldik.
Ben: "Bilmem, hanım ne diyorsun?"
Eşim: "Yok, lokum alalım biz!"
Satıcı hemen müdahale eden bir sesle: "Abi, boş ver yengeyi dinleme, ben sana; al diyorsam al."
Gülümseyerek,
Ben: "İyi, ver o zaman. Lokumun yanına biraz da cezerye koy."
Satıcı devam etti: "Mis gibi kuş lokumlarım da var, abim. Yengem kahve yapsın sana, yanında iyi gider, ağzına atarsın."
Ben: "İyi, hadi onlardan da koy birazcık."
Hızını alan satıcı : "Abi, hurmalarım da var! Yenge, sen iyi anlarsın; Medine hurması bunlar."
Eşim hurmaları incelerken, içimden "Belli ki elimiz kolumuz dolu döneceğiz."
Eşim: "Olur, ondan da biraz alalım."
dedik ve hurmaları da eklettik.

Kapalıçarşı’dan çıkıp biraz yukarı yürüdük. Aniden burnumuza keskin bir kahve kokusu çarptı; Meşhur Kuru Kahveci Mehmet Efendi’nin önüne geldiğimizi anladık. Kalabalığı yararak içeri girdik, taze çekilmiş, sıcacık kahve paketlerinden üç beş tane aldık.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Az ileride kahvaltılıkların satıldığı tezgahlara yöneldik. Bir satıcı gür sesiyle bağırıyordu:

"Ezine, Ezine! Edirne, Van otlu, Kars gravyer, İzmir tulum, Erzincan tulum, eski kaşar, dil peyniri, köy peynirleri, lor peynirleri… Yeni geldi!"

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Eşimle peynirleri incelerken, satıcı: "Ezine peynirlerim güzel abla, sert kaya gibi, tam olgun, kıvamında."
Eşim: "İyi, ver şu iki kalıbı."
Yan tarafta dizilmiş zeytinlere de bakan eşim: "Zeytin de alalım."
Fiyat sorunca satıcı: "Bu zeytine sen pahalandı mı diyorsun abla? Yok yok, tam tersi! Ramazanda herkes yesin diye fiyatları daha da indirdik. İnanmıyorsan, eski fiyatına da bakabilirsin."
Eşimle birbirimize bakıp gülümsedik.
"İyi, o zaman siyah zeytinden bir buçuk kilo, yeşilden de bir kilo ver."
Satıcı göz kırparak, : "Toptan alışverişe saydım, ufak da olsun size güzel bir indirim yaptım."

Ellerimiz, kollarımız dolmaya başlamıştı. Eminönü’nün kalabalığı içinde, Ramazan’ın sıcak ama tatlı telaşını hissederek ilerliyorduk.

Mahmutpaşa Çarşısı Kürkçü Han Yün Pazarına uğramadan geçemedik; sana ve yeni külot, atlet iç çamaşırları, annemlere de bayramlık eşarplar, sana ve babalara da çorap almamız gerekiyor. Hazır gelmişken, Sümerbank mağazasına da uğrayalım, indirimde neler var bir bakalım.
Eşim eliyle ileriyi işaret etti: "Bak, şurada kemerci var. Sana da lazım, babamlara da. Deri kemerlere bir göz at bakalım. Fiyat uygunsa alalım, üç tane kemer."

Kalabalığın arasından sıyrılarak yürümeye devam ettik. Mahmutpaşa Çarşısı’nın dar yokuşuna geldik. Öyle bir insan kalabalığı vardı ki, iğne atsan yere düşmezdi. Yokuştan yukarı doğru ilerlerken, eşim askıda duran bir kumaş pantolonu gösterdi; ben de beğendim.
Eşim: "Bir dene, beğenirsen alalım."
Satıcı gözleriyle beden ölçümümü kontrol ederken,
"Şunu bir dene; geç arkada denemek için yer var."
Eşim öne çıktı, ışığa çıkarak inceledi: "Paçaları da baya uzunmuş. Annem halleder."
Pantolonu da aldık. Tekrar yokuş yukarı ilerledik.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Sonra Kuyumcular Çarşısı olarak da bilinen Kapalı Çarşının önüne geldik. İçeri girdik, altın bilezik ve takılara göz gezdirdik; fakat altın bir şey alacak kadar paramız yoktu. Fazladan oyalanmadan çıkıp.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Sahaflar Çarşısı’na yöneldik. Ben kitaplara bakarken, eşime,
"Benim ve senin istediğin kitaplar gelmiş mi? Bir bakıp sorayım."

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Eski kitapların satıldığı, mis gibi kağıt kokusunun havayı sardığı bir kitapçıya girdim. Kitapçı bize dönüp gülümsedi:
"Buyurun, nasıl bir kitap arıyordunuz?"
Ben,
"Daha çok şiir kitapları ve meşhur romanlar…"
dedim.
Kitapçı başını sallayarak bir rafı işaret etti:
"Victor Hugo’nun Sefiller kitabını okudunuz mu?"
Ben: "O kitabı, romanı henüz okumamış adam buraya gelmez herhalde..."
Eşim ise kitapçının gösterdiği tarafa yöneldi,
Eşim: Biraz sonra "Buldum!" dedi heyecanla,
Eşim: "İyi bir kitap. Bak, bunu buldum. Daha yeni piyasaya çıkmış, kendim alıyorum. Sen beğenemedin mi? Şu tarafta da yeni gelenler var, bir bak. Ben yeğenime hikâye kitaplarından bakayım; hoşuna giden bir şey olursa, kendine de alırsın."
Eşim çocuk kitaplarını incelerken ben, elimdeki bir kitabın ön kapağına bakıp, arka sayfasındaki yazıları okuduktan sonra sayfaları hızlıca çevirdim:
Ben: "Buldum sanırım, bende iyi bir kitap kendime."
Sahaflar Çarşısı’nın eski kitap kokusu havayı sardıktan sonra, alandan ayrıldık.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Eşim: "Şuradan, Sultanahmet’in önündeki havuzun kenarında oturalım. Azıcık dinleniriz."
Ben ise: "Kızım, hava çok sıcak; başımıza güneş geçmesin. Terden yapış yapış oldum, bu ne sıcaktır ya! Ellerim, kollarım doldu, eşek yüküyle yük taşıyorum resmen."
Eşim: "Ne yani, buraya kadar gelmişken uğramayalım şimdi. Hem azıcık dinlenmekten bir şey olmaz. Hadi, mızmızlanma."
Ben: "Bak, bir sürü turist gelmiş. Memleketin tadını da onlar çıkarıyor."
Eşim: "Aynen, maşallah! Bunlar Rus galiba…"
Ben: "He, hemen de bir bakışta tanırsın zaten!"
Eşim ekledi: "Ya sen, hem kendin gösterip bak diyorsun hem de kıskançlık yapıyorsun."
Ben: "Ben hafif sıkıştım. Sultanahmet Camii’nin tuvaletlerine gidelim."
Eşim: "Siz kadınlar da hep aynısınız! Kedi gibisiniz, her yere illa bir koku bırakıyorsunuz."
Sonrasında,
Tuvaletten hızla elleri yelpaze gibi sallayarak çıkan eşim: "Öf, bu ne koku! İçeresi iğrenç kokuyordu."
Ben: "İnsanlar tuvalete temiz bir şey yapmıyorlar maalesef. Ne kokacaktı; hava da sıcak."

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Ben ise: "Kızım, hava çok sıcak; başımıza güneş geçmesin. Terden yapış yapış oldum, bu ne sıcaktır ya! Ellerim, kollarım doldu, eşek yüküyle yük taşıyorum resmen."
Eşim: "Ne yani, buraya kadar gelmişken uğramayalım şimdi. Hem azıcık dinlenmekten bir şey olmaz. Hadi, mızmızlanma."
Ben: "Bak, bir sürü turist gelmiş. Memleketin tadını da onlar çıkarıyor."
Eşim: "Aynen, maşallah! Bunlar Rus galiba…"
Ben: "He, hemen de bir bakışta tanırsın zaten!"
Eşim ekledi: "Ya sen, hem kendin gösterip bak diyorsun hem de kıskançlık yapıyorsun."
Ben: "Ben hafif sıkıştım. Sultanahmet Camii’nin tuvaletlerine gidelim."
Eşim: "Siz kadınlar da hep aynısınız! Kedi gibisiniz, her yere illa bir koku bırakıyorsunuz."
Sonrasında,
Tuvaletten hızla elleri yelpaze gibi sallayarak çıkan eşim: "Öf, bu ne koku! İçeresi iğrenç kokuyordu."
Ben: "İnsanlar tuvalete temiz bir şey yapmıyorlar maalesef. Ne kokacaktı; hava da sıcak."

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Bir süre sonra, ben: "Tamam mı? Bitti mi alışverişimiz?"
Eşim: "Bitti sayılır, ne oldu ki?"
Ben: "Elini körü oldu! Hava zaten çok sıcak, bir de bu yükler yüzünden terden vıcık vıcık oldum. Dilim damağıma yapıştı, üst damağıma yapışan dilimi ayıracağım diye konuşmakta bile zorlanıyorum. Daha ne olsun!"
Eşim: "Of... Cidden, bu ne sıcaktır ya!"
Ben: "Geri dönerken şuradan otobüse mi binsek acaba?"
Eşim: "İETT bileti var mı yanımızda?"
Ben: "Yok, alırız."
Eşim: "Hani Gülhane Parkı’ndan geçip hayvanat bahçesine de bakacaktık?"
Ben: "Ya, of! Elim kolum dolu diyordum; sen bana 'hayvanları görelim' diyorsun, eşek herif oldum resmen!"
Eşim: "Ya hadi be, hem Gülhane Parkı’nda da oturup dinleniriz biraz."
Ben: "Tabii, beni ayı, öküz diye beğenmiyorsun ama hayvanat bahçesindeki hayvanları seyretmeye bayılıyorsun!"
Eşim: "İyi tamam, tamam… Alalım şuradan otobüs bileti, gidelim."
Sonrasında eşim biraz kırılır gibi oldu,
Ben: "Ay, hem de istediği olmayınca..." da.

Bir süre sonra, ben: "İyi, hadi tamam. Hamama giren terlermiş; terledik de zaten."
Eşim: "Ver poşetlerden birkaçını, ben taşıyayım."
Ben: "He canım, sen kendini taşı; bana yeter. Hem, 'Yüklü eşek hızlı gidermiş' diyorlar, ben eşek herifim oldum nasılsa, taşıyorum artık."
Eşim gülerek: "Yani senin şu laf ebeliğinde hiç bitmez."
Ben: "Niye öyle diyorsun? Bir keresinde sevgili kayın ve moğun anneciğim 'Eşeğin yoksa, damadın da mı yok?' derken neye istinaden söylemişlerdi, orta da..."

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Gülhane Parkı’ndayız. Her yer ağaçlarla dolu, mis gibi gölgelik oluşturmuş.
"Oh, şurada boş bir bank var! Sen önden koş, birileri kapmadan önce kap hemen." Dedim.
Eşim: "Oh be! Dünyada yaşayıp da 'Dünya varmış' demek kadar acayip bir duygu ve düşünce tarzı da bize mahsus."
Ben: "Bak, çok terlisin. Bir de üşütüp hasta olma başıma."
Eşim: "Ya, böyle sıcak bir havada, hem de Ramazan’da beni buralara getir, onu bunu sırtıma yükle, sonra da vicdanlı, vicdanlı konuşuyorsun ya… Bayılıyorum senin bu beni düşünen hallerine!"

Sonrasında Gülhane Hayvanat Bahçesi’nin kapısına geldik. Bilet gişesi kapalıydı; kapıdaki yazıda "Geçici süreliğine tadilatta. Bayrama kadar kapalıdır." ibaresi vardı. Bekçi,
"Birçok hayvan bölümü kapalı, ama kapıya yakın alanda üç beş hayvan var; dilerseniz girip bakabilirsiniz."
dedi. Görevlilerden biri hortumla ayı kardeşlere su sıkıyordu; biraz ileride aslanlar vardı, fakat sıcaktan içeri kaçmışlardı.
Eşim, "Hadi çıkalım, kısmet değilmiş." dedi.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Yine Eminönü vapur iskelesine doğru yürüdük. Jeton satışında kuyruk vardı. Sırada beklerken, iskelenin yanındaki balıkçıların sesleri kulağımıza geldi.
"Balık da mı alsak?" dedim eşime.
Eşim: "İyi olurdu aslında, ama Ramazan Ramazan kokutmayalım ortalığı. Alan var, almayan var."
Ben: "Doğru söylüyorsun; pişirmesi güzel de, kokusu bir sinince eve, iki gün kalıyor."

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Yine vapura bindik. Koştura koştura, üst arka açık güverteye boş yer kapmak için koştuk. Oturduk, nihayet; poşetlerimizi ayağımızın arasına topladık. Bir anda vapur doldu.

Ramadan Yanmak; O Sene ki Ramazan da Ne Yanmıştık.

Yanımızda oturan yaşlı bir amca, karşısındaki akrabalarına sigara ve çay içenler hakkında ileri geri konuşmaya başlamıştı. Bir ara ağzından şu laf çıktı:
"Benim zamanımda kimse açıktan oruç yemezdi. Yiyen olursa da bir güzel sopa yerdi!"
Ben kendimi tutamadım ve sordum:
"Bey amca, açıktan oruç yiyene sopa atanlar oruçlu değil miydi?"
Amca cevap verdi: "O lafın gelişi, evlat. Yani gözleriyle, sözleriyle döverlerdi."
Ben tekrar ekledim: "O zaman, gözleriyle, sözleriyle açıktan oruç yiyeni dövenler de oruçlu değil miydi?"
Amca kaşlarını çattı: "Sen pek anlamıyorsun bu konulardan herhalde, genç. O yüzden ne demeye çalıştığımı tam olarak anlayamazsın."
Ben: "Bey amca, siz gördüğünüz insanların namaz kılıp kılmadığını, sevap işleyip işlemediğini de kendinize dert eder misiniz?"
Amca: "Ben nereden bileyim; kim namaz kılar, kim kılmaz? Hem kim kılarsa kendine kılar; sevabını da, günahını da Allah bilir."
Ben: "Öyle amca. Biz gördüklerimizle değerlendiriyoruz; Allah ise kalplerimize bakarak değerlendirecek, değil mi?"
Amca: Derin bir nefes aldıktan sonra, "Bak evlat, ben senin bana ne demeye çalıştığını anladım. Sen bana diyorsun ki 'İnsanların ibadetlerine niye karışıyorsun?'"
Ben: "Hayır amca, sen beni yanlış anladın. Ben diyorum ki: İnsanların ibadet edip etmediğini niye yargılıyorsun?"
Bir ara, karşısında oturanlardan biri araya girerek:
"Beyefendi, terbiyenizi takının. Yanınızda oturan, sizin dedeniz yaşında bir büyüğünüz; onunla konuşurken saygıda kusur ediyorsunuz."
Ben: "Büyüğün küçüğüne sevgi beslememesi sizin aranıza gitmedi de, küçüğün büyüğüne saygısız gibi görünmesi mi sizi kızdırdı?"

Amca: karşısında oturan kişiye dur der gibi elini havaya kaldırdı ve sakin bir sesle:

"Delikanlı çok doğru söylüyor. İnsanların kılmadığı namazı, yapmadığı sevabı kendine dert etmiyorsan, tutmadığı orucu da dert etme! Günahlarını yargılamak senin vazifen değil."

Yine derin bir nefes aldı ve benim yüzüme ve gözlerine baktı.

Amca bir tebessümle : "Allah senden razı olsun evlat. Bu yaşımda, ölmeden önce bir yanlışımı düzeltmeme vesile oldun. Sağ ol, var ol, Nur ol."

"Ramadan" Yanmak; O Sene ki Ramazan' da Ne Yanmıştık.
Cevapla