
Bugün sizlerle gene zamanda yolculuk yapacağız, insanların adalet arayışlarının ilk örneklerinden birini gözden geçireceğiz. Yolumuz Sümer şehirlerinden birine uzanacak. Sus, Nippur, Ur ve Uruk şehirlerinin ortasında bulunan Lagaş şehrinde bu aralar işler pek iyi gitmiyor. Halk yokluk içinde fakat kral ve yandaşları sefa içinde hayatlarını sürdürüyorlar. Lağaşlılar bunun farkında ama kral ve ordusu zalim bir baskı kurmuşlar ki kimse ses çıkaramıyor.
1. Lagaş Sülalesi döneminde yöneticiler ve etrafındaki yandaşları tüm şehri paylaşmış durumdalar. Lagaş şehri 4 büyük sümer şehrinin ortasında, yani merkez şehir konumunda olması gerekirken maalesef yöneticilerin doymak bilmeyen mal arzusu yüzünden şehrin yarısından fazlası yoksul. Fakat halkın müşküllüğüne rağmen şehrin belli yerlerinde saraylar yükseliyor. Sümerler'de ortak mülkiyet var. Bütün şehir birlikte çalışır, didinir ve daha sonra ambarlara şenliklerle doldurulan mallar ihtiyaca göre herkese mümkün olduğunca adil dağıtılırdı. Fakat yıllardır bu gelenek ortada yok. Çok çalışan hakkına düşeni alamadığı gibi çalışmadan, sırf krala yakın diye ambarlardan keyfince pay alanlar var. Rahiplerin hepsi kralın adamı desek yeridir. Devamlı olarak tanrıların kralı bu makama getirdiğini dillendirip duruyorlar. Tanrılara bağlı kesim bu yüzden krala boyun eğmemiz gerektiğini yoksa tanrıların bizi cezalandıracağına inanıyorlar. Manevi korku ile ceza alma korkusu bir arada. Lagaş mutsuz insanlar şehri olmuş durumda. Fakat size güzel bir haberim var her şey böyle devam etmeyecek. Hep beraber Mö 2370 yılına gidiyoruz. Hazırsak Lagaşlıların kısa bir süre misafiri olacağız.
Şehre girmeden evvel surların üzerinden dümdüz bir arazinin etrafına kurulmuş, ortasında 7 katlı zigguratları bulunan, Fırat nehrinden ayrılan bir kol ile çağıl çağıl akan nehri, söğüt ağaçlarının şehrin etrafını sardığı tarlaları, kerpiçten yapılmış evleri, okullarına gitmek istemeyip huysuzlaşan çocukları, dört bir yanda yüklerini bazen taşıyan bazen bir adım dahi atmayan inatçı eşekleri, tanrıça İnananna’ya adanmış ambarları, dallarına adaklar bağlanmış tanrı temmuzu temsil eden sedir ağaçları ile Lağaş şehri günümüzden pekte farklı değil. Fakat sizin de dikkatinizi çektiyse hemen tapınağın aşağı tarafından gireni çıkanı eksik olmayan bir yer var. Doğru tahmin ettiniz, orası bira tanrıçası Ninkasi tarafından kutsanıp korunan ve yalnızca kadınların işletebildiği bir birahane.
Oranın işletmecisi şuanda Şu-Batana. Her sabah kocaman güğümlere biraları doldurur, kamışların hepsini temizler, ortaları örgü ahşap tabureleri düzenler, kısacası hakkıyla çalışır fakat gene hakkını alamaz. Kocası Urukagina çok üzgün, çünkü tapınakların arazileri gitgide artırılıyorken sıradan vatandaşların pay alacağı arazilerin miktarı azaltılıyor. Adamcağız çok çalışmasına rağmen çocuklarının karnını doyurmaya yetmeyecek payı alıyor. Ur-nanşe hanedanlığı kendinden başka kimseyi düşünmüyorlar ve yoksulluk ve hukuksuzluk o denli bir seviyeye geldi ki bu yüzden kardeşi çocuklarından iki tanesini tapınak arazilerinde çalışması için köle olarak vermek zorunda kaldı. Büyük bir adaletsizlik var ortada.
Karısı Şu-Batana bu duruma sessiz kalmamaları gerektiğini kocasına belirtiyor. Şu-Batana bazen birahanesinde uzaklara dalarak hukuk ve adalet kavramları arasında yakın bir ilişki vardır diye düşünüyor. Bu yakınlığın sebebi, insanların her zaman mevcut düzenden şikâyetçi olması. Bu yüzden her zaman daha düzgün bir hukuk düzenini arama hakkının her bireyde var olduğuna inanıyor. Her şeye boyun eğmemek, haksızlık karşısında hayır diyebilmek gerekli diye içinden geçiriyor. Ortada bir yanlış varsa kral dahi olsa itiraz etmek gerek diyor. Bu düşünceyle, insanlar iyi düzen ve iyi hukuku “adalet” olarak tanımlayabilir diyor. Bunları her gün gelenlere anlatıyor, kralın yaptıklarının haksızlık olduğunu, din adamlarının, memurlarının halkına ve tanrılara değil krala hizmet ettiğini çekinmeden söylüyor çünkü o bir anne ve çocuklarını köle olarak vermek istemiyor.
Bu söylenenler yukardakilerin kulağına gitmiş olacak ki Kralın askerleri ansızın gelip Şu-Batana’yı mahkemeye götürmek için tutuklarlar. Neyle suçlandığını bilen bu kadıncağız haklı olduğundan da emindir. Etrafını sarmış askerler onu götürürken bir tanrıca tarafından korunması gereken bir kadının zorla mahkemeye götürülmesi Lağaşlıların da canını sıkmış olmalı. Askerlerin arasından Şu-Batana’nın sesi yükseliyor. Gılgamış destanından parçalar okuyor, kutsal kral Gılgamış’ın halkı için tanrılara kafa tuttuğunu, kutsal boğayı öldürdüğünü, ölümsüzlüğü bulamayınca sonsuza kadar yaşamanın tek yolunun halkın sevgisi olduğunu tiz sesiyle avazı çıktığı kadar bağırıyor. Bu bağırışları duyanlar hemen birahanede karısının götürülmesinin anlamsızlığını anlatmaya çalışan, kimse kimsenin kölesi değildir diyen Urugakina’nın yanına koşuyor. Kral tarafından beslenen hakimlerin adalet dağıtamayacağını anlatıyor etrafındakilere adamcağız. Baksanıza o bile farkında değil etrafında binlerce insanın doluştuğunu. Her nasıl oluyorsa bir anda bu binlerce insan kralın sarayının etrafında toplanıyor ve tarihte ilk defa ezilenler adalet için mücadele vermeye başlıyor.
Peki daha sonra neler mi oldu?
Şu-Batana gene her sabah olduğu gibi erkenden uyandı. Hiç olmadığı kadar mutlu, tanrıça Ninkası onu korudu ve Lağaşlılar zalim kralı devirdiler. Urugakina’yı yeni kral olarak kabul ettiler ve kocasının ilk işi tüm kölelere özgürlük vermek oldu. Sevinç şarkıları şehrin her yerinde söyleniyor, babalarına kavuşan çocukların neşe dolu sesleri doluşuyor, tapınaklara tahsis edilen arazilerde halka açıldı, kısacası artık tapınak görevlileri, rahipler halkın memuru durumunda. Bugün birahaneye çok gelen olur diye düşünüyor olsa gerek, bu zafer kazanmış kadın. Daha bir heyecanla işini yapıyor, zaten hayatı ve anı güzel yapan nasıl yaşadığın değil, yaşadıklarının sana ne hissettirdiği değil mi? İşyerinin köşesinde duran ve gelenlere tatlı tatlı gülümseyen bira Tanrıçası Ninkasi gözüne ilişti ansızın. Onu koruyan ve ona yardım eden tanrıçaya içini dolduran coşkulu bir sevgi ile şükürlerini sundu birasından bir yudum aldı ve tanrıçanın yanığına bir öpücük kondurdu. Bir halk ileriye daha iyi bir yönetime doğru ilerliyor ise cesur insanların sayesindedir diye mırıldandı.
Sümerlerin devrimci Kralı Urugakina tarihte ilk defa hukukun üstünlüğüne değinmiştir ve kral dahi olsa herkes hukuk önünde eşittir diyerek 4800 yıl önce bizlere olması gerekeni söylemiştir.
NOT:ALKOL SAĞLIĞA ZARARLIDIR!!!
Yazan: Yazı bir arkadaşıma aittir. Paylaşmak için izin aldım. Nicki olmadıği için gerçek adını burda yazmayı uygun görmedim.
Nick olarak, XYazar diyelim
Bi’Bot Seçimi
Çok Süper Görüş