Babasının mesleğinden dolayı evde bulunamayışı; baba şefkatinden uzak yetişmesine ve dönem şartları dolayısı ile geçim sıkıntılarıyla dolu bir çocukluk geçirmesine neden olmuştur. Henüz küçük bir çocukken dahi sürekli şehir değiştirmek zorunda kalmıştır. Çanakkale, İstanbul ve İzmir onun çocukluğunun geçtiği başlıca şehirlerdir. Sanatçılık ruhunun kendisinde belirmesinde de bu zoraki hayatın büyük payı vardır. Annesi aşırı sinirli bir kişi olmakla birlikte, akıl sağlığının yerinde olduğunu söylemek pek de mümkün değildir.
Henüz küçük bir çocukken yaşadığı buhran...
Sabahattin Ali, küçük bir çocukken annesinin defalarca intihar etmeye teşebbüs içerisinde olduğunu görmüş ve bu buhranla içine kapanmıştır. Hatta, bu buhran öylesine büyüktür ki, kendisi de bir defa intihara kalkışmıştır. Bunların beyhude çabalar olduğunu o yaşında dahi fark edebilmiş, daha sonra kendisini eğitime vermiş ve bu dönemden çıkmak için çaba sarf etmiştir.
Öğretmenliğinin ilk günü: Yozgat...
Eğitimini aldıktan sonra, yirmili yaşlarında öğretmen olarak Yozgat'a atanır. Ancak, Yozgat'ı bir türlü sevemez. Burada mutsuzdur ve kaçmanın yollarını arar. Arkadaşları ile mektuplaşırken, bu derdinden bahseder sürekli. Bir gün, bir haber alır. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle o dönem yurt dışına eğitim amacıyla öğrenciler yollanır. Kararı kesindir, Sabahattin Ali'nin. Yozgat'tan gidecektir. Hemen bir grupla birlikte başvuru yapar ve yurt dışı yolculuğu böyle başlar.
Fikirleri değişen adam...
Almanya yolculuğu onun dünyaya bakış açısını değiştirmiştir. Öyle ki; koyu bir ülkücü olan, Türkçü, milliyetçi, Turancı olan Sabahattin Ali, döndüğünde sosyalizm yanlısı birisi haline gelmiştir. Onun en yakın arkadaşlarından biri olan Nihal Atsız bu duruma çok içerler, ona hakaret dolu mektuplar yollar. Araları bozulur. Bu sıralarda Sabahattin Ali, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde sosyalizm propagandası ve Atatürk'e hakaret etmekle suçlanarak tutuklanır ve ceza evine gönderilir. Mahkum yıllarını, Konya ve Sinop ceza evlerinde geçirir. Ancak onunla özdeşleşen asıl yer Sinop cezaevidir.
Mapushane Türküsü şiiri...
Herkesin, Edip Akbayram'ın sesinden bildiği bu türkü, aslında Sabahattin Ali'nin esaretinin karanlığından yansıyarak kaleminden dökülen bir şiirdir. Türkü de geçmeyen kısım ise:
Görmesen bile denizi Yukarıya çevir gözü Deniz dibidir gökyüzü Aldırma gönül, aldırma...
Memurluk kaydı silinmiştir, devletten artık maaş alamıyor, ailesi ile ilgilenemiyordur. Ancak onun canını asıl yakan bunlar değildir. Onu nasıl yıkan, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında olmak aynı zamanda ondan ne kadar uzakta olduğunu bilmektir. Her sabah dalga sesleriyle uyanır, duyar, görür ancak hissedemez. Mavi aşığı bir adam için dünyanın en zor şeyidir şüphesiz... En güzel öykülerini, hikayelerini, bu mahkum hayatında kaleme alır. Sonraki dönemlerde ise sosyalist olmadığını kanıtlamak ve Atatürk'e hakaret etmediğini ispatlamak amacı ile "Benim Aşkım" şiirini kaleme alır.
Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor; Beni anlayamazsan gözlerime bakınca Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor. Daha pek doymamışken yaşamın tadına Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına… Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor. Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran, Sensin “ülkü” adıyla beynimde dimdik duran Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran; Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor. Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye? Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya Kısacası gönlümü verdim ulu gazi’ye Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.
Esaretten kurtuluş ve sukut-u hayal...
Yazdığı şiirle tekrar özgürlüğüne kavuşan Sabahattin Ali;
Aliye, benim altın kalpli Aliye'ciğim, bu hususlarda ne kadar beraber olduğumuzu bilerek, sana bunları yazıyorum…
Mektupların, senin göğsünde ne kadar temiz ve insan bir kalbin çarptığını bana gösteriyor. Bu kalp, bundan böyle benimki ile beraber çarpacağı için dünyanın en bahtiyar insanıyım. Mektubunu bekler, güzel gözlerinden hasretle öperim…
Dizelerini yazdığı, her şeyden çok sevdiği Aliye'si ile evlenir. Bu evlilikten, hep istediği gibi dünya güzeli bir kız çocuğu dünyaya gelir. İnsanların her türlü zalimliğine karşı dimdik duran ve naifliğinden hiç eksik kalmayan Sabahattin Ali, özgürlüğünün tadını ise bir türlü çıkaramaz. Onun yakasına yapışmış olan "Hain" damgası hemen her yerde karşısına çıkar ve ağzında tat bırakmaz. Onun hemen her eserinde, toplumun içinde kalmış küçük bir insanın nasıl kapana kısıldığını, çaresizliği ve cümlelerinin yorgunluğunu hissedebilirsiniz.
Göklerde kartal gibiydim. Kanatlarımdan vuruldum; Mor çiçekli dal gibiydim, Bahar vaktinde kırıldım. Yar olmadı bana devir, Her günüm bir başka zehir; Hapishanelerde demir Parmaklıklara sarıldım.
Adım adım yaklaşan son...
"İçimizdeki Şeytan" adlı eserini yayımladıktan sonra, kendisine büyük bir tepki doğdu ve yıpratıcı yazıların kurbanı oldu. Bir zamanlar en yakın arkadaşı olan Nihal Atsız'a göre artık Sabahattin Ali "vatan haini" idi. Bu söylemleri nedeniyle Atsız'ı mahkemeye verdi. Üzerindeki baskıdan bir az olsun kurtulmak amacı ile, dönemin en büyük tirajlı dergilerinden biri olan "Marko Paşa" adlı dergiyi çıkartmaya, Rıfat Ilgaz gibi Aziz Nesin gibi isimler ile birlikte başlar. Dergi:
Toplatılmadığı zaman çıkar ve yazarları hapishanede olmadığı zaman çıkar.
İbareleri ile basılır. İbaresinden de anlaşılacağı üzere siyasilerin hoşuna gitmeyen bu dergi, 1947 yılında sıkı yönetim adı altında kapatılır. Ancak, bu dergide yazdığı yazılardan biri yüzünden tekrar hapis yatar. Daha sonra, bakanlar kurulu tarafından toplatılacak olan Sırça Köşk isimli eserini yayımlar. Yazdığı her yazıya tepki gelmesi, basılan her eserinin dava edilmesi artık edebiyatçı olarak daha fazla para kazanamayacağını anlamasına neden olmuştur. Bu baskıdan kaçmak için ve belki de ülkeden kaçmak için 1948 yılında borç alarak bir kamyon satın alır.
Ve son...
Kamyon satın aldıktan sonra, nakliyeciliğe başlar. Ancak, bu iş bile onun üzerine kurulan baskıyı azaltamaz. Artık, iyiden iyiye ülkeden kaçma planları yapar. Zihni ise; tembellikten değil ama insanların vefasızlığından, yorgun düşmüştür. Hapisteyken tanıştığı Berber Hasan Tural'ın bulduğu, Ali Ertekin aracılığı ile, yurt dışına kaçma planını devreye sokar. Ancak Nazım Hikmet kadar şanslı değildir. Cesedi 2 Nisan 1948 yılında Kırklareli'nde bulunmuştur. Haince vurulmuştur sırtından. Bir ömür "hain" olarak anılan Sabahattin Ali, haince katledilmiştir... Ölümünün perde arkasında Ali Ertekin'in olduğu düşünülse de, şüphelinin çelişkili ifadelerinden tam olarak ne olduğu hala açığa çıkmamıştır. Değeri döneminde bilinmese de sonradan Türk edebiyatının naif kalemi olarak anılmıştır.
Kolu çatlak bir şekilde yazdığı Kürk Mantolu Madonna'nın ana fikrini vererek yazımı sonlandıracağım...
Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?
Bir çırpı da okudum, satırlarından içinde geçen ve günümüzde hala değişmeyen, beni de çok çok yoran şu dize aslında özet. " Zihni ise; tembellikten değil ama insanların vefasızlığından, yorgun düşmüştür."
Tüylerim ürperdi okurken. Gerçekten taktir edilesi bir insan ama taktir etmek benim gibilere düşmez. Yazdığı eserlerde hissettiriyor aslında ama bu kadarını bilmiyordum. Emeğine sağlık, çok etkileyici olmuş
"Benim gibilere düşmez." Bu kısmı sevmedim, bu düşünce tarzından kurtul. Çalışan bir zihnin var çünkü. Teşekkür ederim, diğer bencelerime de göz atabilirsin edebiyatı seviyor isen.
Babalık yine güzel bence serini görmek güzel. Lakin Atilla İlhan gelecekti hani 😞
Her nedense o devirlerde her şair veya yazar 5 yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı. Çok kötü birşey. Şimdilerde Apo yediği önünde yemediği arkasında istediği kişi ile görüşüyor 😞 kimisi hapiste dizi bile çekiyor. Nasıl bir hukuk çevresi var aklım etmiyor...
Böyle bir hayatının olduğunu bilmiyordum. Gerçekten çok çok zor bir yaşantısı olmuş. Ve ne yazık ki o da değeri öldükten sonra anlaşılan kişiler kafilesinde oldu =// Kitaplarını tekrardan okumak farz oldu bana 😔 Emeğine sağlık sarışın. Sırf bencelerin için bir nebze sevebilirim seni 💙
Sabahattin Ali'nin yaşam öyküsüyle birlikte cumhuriyet sancıları çeken bir ülkede yazar olmanın, farklı olmanın, sürüye dahil olmamanın cezalarını da okumuş olduk. Kim bilir adını hiç duymadığımız, hiç bilmediğimiz nice değerli insanları kaybettik, vatan sevdasıyla tutuşan kaç insanı hain diye anıyoruz? ya da kaç haini kahraman sanıyoruz..
Yazar kim olursa olsun, eserleri paha biçilemez. Hasretle..
Biliyordum hayatının derinliğini bir Yusuf gibi bütün şairlerin ortak kaderi hapishane yüzünü görmektir ya da derin bir sancıyla hayata tutunabilmektir. Ruhu şad olsun. Senin de ellerine sağlık çok güzel yazmışsın.
Bu bir eleştiri yazısı değil ki eleştireyim illegal durumlarını... Benim olayım sanatlarını ele almak, sanatlarını icra ederken hayatlarına dokunmak. Şayet illegal olaylar yüzünden sanatçılara ön yargı ile bakacaksak hiçbir şeyi okuyamayız. Neler biliyorum neler şairler, yazarlar hakkında...
Emegine saglik ögretmenim.. Güzel bir bence ile dönüs yapmissin. . Ama aslinda hep insanlar buhranlarin icinden cikmak icin ya yazi yazmayi tercih ederler ya da baska bir seyler buluyorlar.. Buhranlar yönlendiriyor bazi seylere..
Sabahattin Ali'nin buhranları Kürk Mantolu Madonna kitabında hissediliyordu ama hayatının bu kadar zor olduğu bilmiyordum. Emeğine sağlık güzel bir benceyle dönüş yapmışsın. :)
başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma. ağladığın duyulmasın aldırma gönül aldırma. en ünlü şiirlerinden biridir. Edip akbayram müthiş yorumladı bu güzel şiiri. iyi bir şair ve yazardı. kürk mantolu Madonna da en ünlü romanlarından biri.
En İyi Cevaplar