Bazen bir inançtır aşk. ibadettir, ama hedefi sapmış bir hurafedir. Gözlerinizi açtığınızda ne geldiğiniz yeri hatırlarsınız, ne de durduğunuz yer hakkında bilginiz olur. İçinizde burukluk ve sevinçten karıştırılmış ve hayatın her cilvesi, çikolata kıvamında üstüne serpiştirilmiş, o emsalsiz tadın size yedirilmiş olmanın bir doygunluğunu ve kendinizden çıkmış bir sizin rahatsız edici varlığıyla yaşarsınız. Hem sevdiğinizle olmak istersiniz hem de kendinizi unutmamak için çabalarsınız, ama maalesef kendinize yapacağınız büyük ihanettir aşk, çünkü size sizi küstürürsünüz.
Başlarda en güzel ve en büyük duygu, bir tutku bir ceninliktir aşk. İnsan kendinde birini keşfeder ve Ferhat kıvamında her dağı delebileceğine inanır. Ama unutur ki, Şirin padişahın kızı değil ve padişah değil uğraştığınız kişi, sınandığınız da dağ değil, veya çöl değil.
Bu cinaslı hayat silsilesinde iki yolu belirler karşındaki kişi, birincisi reddir -ki ömür boyu keşken içinde kalır kursağındaki hevesle kaderdaş olarak.
İkincisi kabuldür -ki yine ilerisinde keşkelerin içinde kalır. Çünkü bu zorlu yolda iki durum vardır. Ya ondan çok seversin, ya da sen daha çok sevilirsin. Dengesi yüzyıllardır tamamlanamayan bişeydir aşk. Başlarda çok temizdir, tabir-i caizse laylaylomdur. İnsanın aklına yeşil cennetlerden köşkler havada uçmalar gelir. Bi adım daha yaklaştırabilmek için iltifatlar, hediyeler, sürprizler... herşey yapılır. sarhoş ederler. Ve bir kırılma noktasına gelinir ki işte orda doygunluk gelir. Düşünülürse hayatın en haklı hali. Şeker bile suya çok koyulursa karışmıyorken sizin bu yaptığınız doğruluğu zor ispatlanır durum. Eski insanlarımız demiş ya "yılan bile toprağı koklayarak yermiş". veya "az veren candan çok veren maldan"...
Ve bir süre sonra ben-sen kavgası yaşarsın. Hangimizin sevdası daha üstün derken, gel zaman git zaman o yüce duygunun ne kadar yerle bir edildiğini görürsün. Nasıl mı? Aşk hiçbir zaman ego veya ego çatışmasını kaldırmaz. Ego Aşkın panzehiridir. Kanseridir. Tutsak olunan aşkın ihtirasla egoya teslim edilmesidir ayrılığın arefesi. O başlarda yaşanan tatlı mutlu rüya gibi gelen geçen güzel günler yerini partnerler tarafından güya hiçbir anlamı olmayan duygu yumağına bırakır. İki taraf da gün geçtikçe birbirinden bir kelime bekler. ve "sevdiğini söylemenin" karşındakine hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. O beklenen kelime ise "bitti" dir. Aslında hiçbir zaman kabullenilemeyecek birşeydir. O kelime cıktı mı zaten olmaz dense de "biten" çok şey vardır. Eti tırnaktan ayırmanın en mümessilidir, timsalidir. Fakat bir yola girilmiştir artık...
Ne yazık ki, o bilmem kaç zaman öncesi heyecanla başlayan en büyük duygu, hayatta şeytanın bile kabullenemediği "nefret" duygusunu yerine alır. başlardaki heyecanla bakılan duvarlar şimdi yerini yalnızlık tufanı ve yoksunluğun katranıyla bakılan ve arada geçen zamanda unutulan belki de en sadık dost olur. sanki dile gelse der ki "bak O varken beni unuttun, şimdi hatırlıyorsun. dostluğun bu kadarmış!". Kendinize dönüp baktığınızda, içinizde bir küs siz durur, barışmak istersiniz, zamanınızı alır. Çünkü unutulmuş bir "siz" vardır. içinizin en dip kuyularında. Yusuf sabrıyla bekleyen, gün gelip kurtulma ümidiyle... Ama o kadar alışmıştır ki size küskünlüğü bahanesidir. İçinizdeki sizsizliğin ve onsuzluğun enkazısınızdır artık. Ne acayip ki enkazzede yine sizsinizdir.
Sonra bir bahane bulup geri dönmenin yollarına bakarsınız o enkazın altından kalkma adına. Vuslata sebep ararsınız. Hala onu en yakınınız bilir bir el beklersiniz. Sizce en mantıklısı ama belki de en aptalcasından bir çözüm üretir çıkarsınız karşısına. Ayrılma arefesinde bu kadar egosuz olunsa belki bu durumdan muaf olunacaktı. Öyle bi durumdur ki, sanki biryerde dilenci rolündesinizdir. İşte karşındakinin egosunu tatmin edecek zamandır aslında bu, beklediği an. Belki hayatınızda binlerce kez duyduğunuz "olmaz" kelimesinin en anlamlısını alırsınız ve öyle bi şarap kıvamında başınızı döndürür ki kendinizden geçersiniz. Ne geldiğiniz yolu hatırlarsınız artık ne de o an durduğunuz yer hakkında bilginiz olur...
Sözüm o ki, aşk içinde ne yaşadığını unutturan bir hurafedir. İnanmayacağın şeylere inandırır. yaşamayacağın şeyleri yaşatır. Reklamda söylendiği gibi, bile bile tutsaklıktır.
Başlarda en güzel ve en büyük duygu, bir tutku bir ceninliktir aşk. İnsan kendinde birini keşfeder ve Ferhat kıvamında her dağı delebileceğine inanır. Ama unutur ki, Şirin padişahın kızı değil ve padişah değil uğraştığınız kişi, sınandığınız da dağ değil, veya çöl değil.
Bu cinaslı hayat silsilesinde iki yolu belirler karşındaki kişi, birincisi reddir -ki ömür boyu keşken içinde kalır kursağındaki hevesle kaderdaş olarak.
Aşk hiçbir zaman ego veya ego çatışmasını kaldırmaz.
İkincisi kabuldür -ki yine ilerisinde keşkelerin içinde kalır. Çünkü bu zorlu yolda iki durum vardır. Ya ondan çok seversin, ya da sen daha çok sevilirsin. Dengesi yüzyıllardır tamamlanamayan bişeydir aşk. Başlarda çok temizdir, tabir-i caizse laylaylomdur. İnsanın aklına yeşil cennetlerden köşkler havada uçmalar gelir. Bi adım daha yaklaştırabilmek için iltifatlar, hediyeler, sürprizler... herşey yapılır. sarhoş ederler. Ve bir kırılma noktasına gelinir ki işte orda doygunluk gelir. Düşünülürse hayatın en haklı hali. Şeker bile suya çok koyulursa karışmıyorken sizin bu yaptığınız doğruluğu zor ispatlanır durum. Eski insanlarımız demiş ya "yılan bile toprağı koklayarak yermiş". veya "az veren candan çok veren maldan"...
Ne yazık ki, o bilmem kaç zaman öncesi heyecanla başlayan en büyük duygu, hayatta şeytanın bile kabullenemediği "nefret" duygusunu yerine alır. başlardaki heyecanla bakılan duvarlar şimdi yerini yalnızlık tufanı ve yoksunluğun katranıyla bakılan ve arada geçen zamanda unutulan belki de en sadık dost olur. sanki dile gelse der ki "bak O varken beni unuttun, şimdi hatırlıyorsun. dostluğun bu kadarmış!". Kendinize dönüp baktığınızda, içinizde bir küs siz durur, barışmak istersiniz, zamanınızı alır. Çünkü unutulmuş bir "siz" vardır. içinizin en dip kuyularında. Yusuf sabrıyla bekleyen, gün gelip kurtulma ümidiyle... Ama o kadar alışmıştır ki size küskünlüğü bahanesidir. İçinizdeki sizsizliğin ve onsuzluğun enkazısınızdır artık. Ne acayip ki enkazzede yine sizsinizdir.
Aşk içinde ne yaşadığını unutturan bir hurafedir
Sonra bir bahane bulup geri dönmenin yollarına bakarsınız o enkazın altından kalkma adına. Vuslata sebep ararsınız. Hala onu en yakınınız bilir bir el beklersiniz. Sizce en mantıklısı ama belki de en aptalcasından bir çözüm üretir çıkarsınız karşısına. Ayrılma arefesinde bu kadar egosuz olunsa belki bu durumdan muaf olunacaktı. Öyle bi durumdur ki, sanki biryerde dilenci rolündesinizdir. İşte karşındakinin egosunu tatmin edecek zamandır aslında bu, beklediği an. Belki hayatınızda binlerce kez duyduğunuz "olmaz" kelimesinin en anlamlısını alırsınız ve öyle bi şarap kıvamında başınızı döndürür ki kendinizden geçersiniz. Ne geldiğiniz yolu hatırlarsınız artık ne de o an durduğunuz yer hakkında bilginiz olur...
Sözüm o ki, aşk içinde ne yaşadığını unutturan bir hurafedir. İnanmayacağın şeylere inandırır. yaşamayacağın şeyleri yaşatır. Reklamda söylendiği gibi, bile bile tutsaklıktır.
En İyi Cevaplar