Özgecan'ın Düşündürttükleri (II)

Gizli Üye

Bugün gündem Çanakkale olabilir, ben 1 ay önceyi hatırlatarak başka şeyler anlatma derdindeyim... Çanakkale konusunda da bir Bence'm olacak. Okumayı ve daha önemlisi düşünmeyi-sorgulamayı seven çok çok az sayıda insan için yazıyorum, Xper için veya burada statü edinmek için değil...


İzleyenler hatırlayacaktır, Lütfi Akad'ın "Düğün" filminde



Ben iyiyim, sen iyisin, o iyi, o da iyi, madem böyleysek neden kötü şeyler oluyor?"



diye bir sorgulama sahnesi vardır. Bunu Özgecan'a uyarlayabiliriz, sokaklara dökülen binlerce insana ve "sosyal medya"ya bakarak... Madem herkes bu kadar duyarlı, madem herkes bu kadar bilinçli, herkes dinli imanlı ahlaklı, neden böyle olaylar oluyor/oluyordu? Filmlerden gidersek, Zeki Ökten'in "Düşman" filminde asıl suçlunun kim olduğuna çok iyi bir cevap verilir: Umursamazlık...


36 yıl önceden gelen bu cevap o kadar doğruydu ki, bugün sokaklarda şiddete maruz kalan bir çocuğa, kadına, kediye, köpeğe veya erkeğe yardıma koşulmuyor... Otoyol kenarında arabası yanan birisine bir kişi bile yangın tüpünü çıkartıp vermiyor, film sahnesi gibi izliyor veya "çok daha önemli" (!) işlerine doğru tam gaz sürüyor arabasını...


Ondan sonra da en ucuzundan "İnsanlık öldü" edebiyatı, oluşmasında katkın olan bir şeyden şikayet etmeler...


Özgecan'ın düşündürttükleri (II)


Önceki Bence'de son birkaç haftadır olan bitenleri samimi bulamadığımı, asıl sorunun öyle "bir anlık cinnet", "geni bozuk" bir sapığın planlı icraati değil, yılların getirdiği bir iletişimsizlik ve nefret ortamından, tüketim kültürü, reklam sektörü ve her yönden irili-ufaklı gelen pornografiden doğduğunu, bu dev curcuna altında insanların kimlik bulmakta zorlandığını, umursamaz yaşamak gibisinden "pasif direniş" geliştirmeye kalktığını ve de kalabalıklara koşarak kendini aramaya çalıştığını (Gezi olayları en bilindik örnek), sonuçta bu gösterilen bilinçlilik ve duyarlılığın tutarsız olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Okuduğum psikoloji, sosyoloji ve tarih kitaplarından bunları öğreniyorum çünkü...


Özgecan konusunda en vurucu soruyu soralım derim: "Sağ kurtulsaydı, kaç kişinin umrunda olurdu?" "Ülkede başka pek çok tecavüz mağduru kadın yaşıyor, neden bu kadar konuşulmuyorlar?"


İnternette paylaşılan bir yanık ceset fotoğrafı aklıma geliyor. "Özgecan'ı gördünüz mü?" denilerek bu fotoğrafa bakıp lanetler okumamız bekleniyordu. Ama fotoğraf yıllar öncesine aitti. Özgecan'a duyarlılık adı altında patavatsızlık yapılıyordu resmen. Sebebi ne olabilirdi? Kendilerini duyarlı göstermeye çalışmak için yırtınmak olabilir miydi?


"Özgecan'ı protesto amacıyla otobüslere ücret ödememek" diye bir şey duydum sonra. İnsanlar kendi küçük isteklerine, katledilmiş genç bir kızı alet edebiliyordu...


Şu kesin ki Özgecan sağ kurtulsa yine bir şiddet mağduru olacaktı ama bu denli gündeme gelmeyecekti. İlle de ölmesi gerekiyordu adeta. İşte bu "ölü sevicilik" kültürüne dikkat çekmek gerekiyor. Ölülerin kafalara göre yorumlanması ve her olayda mümkünse bir "kutsal şehit figürü" çıkarıp hayali bir edebiyat yaratmak, bu edebiyattan beslenmek, bolca ağlamak sızlamak ama hiç çözüm üretememek, sağduyulu olamamak çok tehlikeli bir şey. Yani Özgecan üzerinden yapılan kurguların, kurgusal duyarlılığın, 1930'da Menemen'de kolayca dağıtılabilecek bir ayyaş grubu tarafından, tamamen kendi beceriksizliği yüzünden öldürülmüş bir Asteğmen Kubilay'ı "cesur yürek" "ulusal kahraman"a yükseltip onun arkasına saklanmaktan pek farkı yok.


İnsanlar aynı şeylerin tekrar yaşanmasını engellemek üzerine bilinçlenmek yerine, sadece ama sadece "acı edebiyatı" veya duyarlılık şovları yapmak derdinde görünüyor. Parantez açayım: Soma'ya pek yardım da ulaşmadı, geçen yılki bütün o duyarlılıklar da bildiğiniz şovdu, daha önce de Van depreminde kolilerin içinde kırık camlar ve Vanlı Kürtlerle dalga geçmek için bayraklar yollanmıştı hatırlayalım... Bu arada Kubilay'ın nasıl öldüğünü ben değil, yıllar sonra açılmış Emniyet Arşivi belgeleri söylüyor. Meraklısı araştırabilir. Meraklı olmayanlar da hazırdaki hikayeyi sorgusuz sualsiz kabul edebilir. Özgecan'ın ardından sokaklara dökülenleri incelemek bizi ilginç noktalara götürebilir.



"Sahaya ineriz, annenizin ırzına geçeriz" ya da "i...e hakem"



benzeri sloganlarla yaşayan, bildiğiniz cinsellik arızalı, bildiğiniz eşcinsel düşmanı, bildiğiniz nefret söylemli "sporseverler" nasıl oluyorsa bir anda Özgecan'a uygulanan şiddete karşı çıkıp insanlık dersi vermeye kalkabildi. İşte bu tür bir "duyarlılık" inandırıcı değil diyorum. Hiçbir insan bu denli sert ve hızlı değişim geçiremez çünkü. Özgecan'ı ölüme götüren zihniyetlerin bir parçası da futbol sahalarında, sporsever değil skorsever olanlarda, skor üstünlüğü ile orgazm olanlarda, gol atmayı vajinaya penis girişi gibi gören ve elbette ki bu teması bir iktidar algısına çevirebilen bir zihniyette yaşıyor. Bu zihniyet kadını da bir mal, erkeğin malı, şehvet oyuncağı gibi görüyor çünkü. Tecavüz kültürüne karşı çıkmaları "eşyanın doğasına aykırı" diyorum. Bunu hakaret olarak algılamasınlar, çelişkileri ifade ediyorum alt tarafı.


Her akşam, dizilerde yansıttıkları şeylerle insanları lüks tüketime, entrikaya, gösterişe özendiren "sanatçılar"ımız mesela... Tüm hayatı bir oyunculuk ajansına kayıt olup, sadece ama sadece fiziğiyle dikkat çekip, bir dizide oynayıp şöhret olmak, dizi çekimleri haricinde de günübirlik veya haftalık "aşk"larla gece kulüplerinde beyin uyuşturmaktan ibaret olan, resmedildiği kadar da mutlu hayat sürmeyen "sanatçılar"ımız... Bu tür insanlar, 3-5 tweet ya da sokakta bir yürüyüşte görünmekle kefaretlerini ödüyorlardır olsa olsa... Ama mesela bir Kadir İnanır'ı bu tür faaliyetlerde görmek farklıdır elbette. Yıllardır bazı değerleri savunmuş, "bir şeyler" anlatmaya çalışmış gerçek bir sanatçıdır çünkü. Onun gibilerin nesli tükeniyor maalesef.


Bu şekilde, kaos ortamından beslenenlerin sayısı hiç de az değil. Özgecan'ın katilinin tek kişi olduğunu belirtip o kişiyi de "doğuştan kanı bozuk", "canavar" gibi etiketlemek, tüm olumsuzlukları birkaç "kötü adam"a yıkmak işin kolaycılığıdır. Kadınlar her dönem ezilmiştir, 2002'de başlayan bir şey değildir, her şeyin faturasını tek bir siyasi partiye kesmek de klasik bir politikacı oyunudur.


Tek amaç iktidarı elde etmektir, her yol serbesttir. Aklı başında her insan bilir ki hükümet değiştiğinde şiddetin birdenbire yok olacağı şeklinde bir pembe tablo yoktur. Şiddet istatistikleri son zamanlarda daha çok incelenip değerlendirilir olmuştur sadece. Bu da tamamen iletişim araçlarının gelişimi ile ilgilidir. 2002 öncesi ya da 12 Eylül öncesi ya da 1950 öncesi de her şey güllük gülistanlık değildi.


Politikacıların ağzıyla konuşmaktan kaçınmak gerekiyor. Kimi politikacıya göre kadına özgürlük 1923'te, kimisine göre 1950'de, kimisine göre 2002 sonrası verilmiştir, biz bu tezlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını ancak sosyolojik araştırmaları okuyarak ve toplumu gözlemleyerek anlayabiliriz, politikacıları papağan gibi tekrarlayarak değil...


İnternet bloglarındaki yazıların "akademik makale" tadında olup "yığınla genel kültür" vermesine gerek yok. Aslolan düşündürtmek-sorgulatmak olmalı, kuru bilgi yağmuru değil. Ama kadının yıllardır nasıl ezildiğine dair "kısa ve öz" bir "kuru bilgi" vermek gerekirse, "aile" / "familya" kelimesinin ne anlama geldiğine bakmak yeterli sanırım...



"Familia" Latince "famulus"un çoğulu, famulus "ev kölesi" anlamındadır ve "familia" da bir erkeğin yönetimi altındaki kadın ve onlardan olma çocukları simgeler.



Kadınlar ve çocuklar bir erkeğin "ev köleleri"dir yani. Bu "ev köleliği" ilkçağ köleciliğinde, ortaçağ feodalitesinde ve kapitalizmde hep var olmuş, sadece biçim değiştirmiş. Aile kelimesi de Arapça ayl kökünden gelir, ağırlık anlamına gelir, aile kelimesinin anlamı da "erkeğin geçindirmesi gereken kadın ve çocuk ağırlığı"dır...


Tarih öncesindeki anaerkilliğin nasıl kaybolduğu, kadını bir köleye düşüren toplumsal değişimlerin ne olduğu başka bir yazı konusu olur. Bu yazılarda Özgecan üzerinden büyük resmi anlatmaya çalıştım. Tabii ki başaramadım. Sonuçta ben sosyolog değilim, daha önemlisi şu ki insanlar internete "kafa dağıtma"ya geliyor, zaten reelde kafalar sorunla yüklü, bir de sanalda kafayı zorlamak istemiyorlar, onları da anlıyorum elbet. Eğlence herkesin hakkıdır ama dozunda bir eğlence olsaydı keşke diyeyim.


İş bu Bence okunduktan 1 dakika sonra nöronlarda kendi kendisini imha edecektir...


İlk Bence Özgecan'ın Düşündürttükleri

Özgecan'ın Düşündürttükleri (II)
0 Cevap