Korkuyordum... endişeliydim... içten içe; "Hayır oğlum, hayır bunu yapmamalısın. Çıkar at şu fikri aklından. Daha önce bunu her yapışında pişman olmadın mı? Öyleyse aradan geçen onca zamana rağmen neden hala bunu yapmak istiyorsun? Neden?!" diye sorular sormaktaydım kendime aynanın karşısında. Ama öte yandan biliyordum; ancak korkularının üzerine gidersen, onları yenebilirsin gerçeği diye bir şey vardı. Ama... ama bunu yaptığım için defalarca pişman olmuştum işte geçmişte. Dersimi almamış mıydım yoksa? Öyleyse bu diretme, bu düşünce de neyin nesiydi şimdi?... Hayır... hayır sakal ve bıyık komple traş olamazdım!...
Bir elimde jilet, bir elimde permatik; kuşku dolu gözlerle aynaya bakıyordum. Ayna da tabir-i caizse, Survivor adasından; "Memleketten aradılar. Ben burada hindistan cevizi neyim yerken, sevdiceğim beni terkedip gitmiş Acun! Müsaden olursa gönlünü alıp döneyim?" bahanesiyle insan içine yeni dönmüş, sakallı bir adam duruyordu. O adam, bendim! Ben ki; sakallarıma sıkı sıkı bağlı, gönülden bir sevgi besleyen ve nikah memurunu kafalayabilsem, üstüne nikah kıyabileceğim bir adamım. Ben ki; alem yumurta gibi sinek kaydı traşla dolaştığı zamanların modasına inat direten, topluma uymayan, kızların taleplerine boyun eğmeyen ve aynı kararlılıkla sakallarına bağlı kalması sonucu bu akımın benden doğup, Star'daki Kanuni Sultan Süleyman ve bilimum sakallı erkek modasının oluşmasına sebep olan adamım!... Ama o da ne?! Kararlılığıyla, bağlılığıyla yumurta gibi bebek götü cildiyle dolaşan erkeklere inat sakal modasını getiren ben; şimdi bir elimde jilet, bir elimde permatikle o sakallarımdan vaz mı geçecektim? Çıldırmış olmalıydım, çıldırmış!...
Daha fazla düşünmekten vazgeçtim. Kararımı verdim ve jileti attım suratıma nefretle; "Pekala! Pekala bunu siz istediniz insanlık! Bu riski göze aldıysanız ben sakallarımdan vazgeçiyorum ve artık endişe etmesi gereken sizlersiniz. Artık onlar düşünsün!!!" diyerek acıyla, kederle ama tepkiyle ve nefretle sakallarımı kökünden kazıdım teker teker. Aslında yüzüme vurduğum her jilet darbesi; insanlığa olan bir tepkiydi, bana vermeyen kızlara, anarşist gözüyle bakan yaşlılara, yol masrafımı cebimden ödeten özel sektöre ve insanların basmakalıp fikirlerine bir tepkiydi yalnızca!... Kazıdım, kökünden, en dibinden, derininden! Uzun bir zaman sonra ilk defa güneş yüzü görmüştü işte sakallarımın arkasında kalan cildimin ilkel kabilesi. Işığı görünce, Gök Tanrısı zannedip dans etmeye başladılar; cildimde ki kıpırdanmalardan anladım. Kolonya sürmeyecektim, acıtmayacaktım sahte aldanışlarını. Sanki, sanki gökten lanetlenmişcesine üstlerine asit yağmuru yağıyor inancını vermeyecektim, cildimin o ilkel kabilesinin zihnine... Bıraktım, her şey olağan kalsın. Artık, artık suç benden çıkmıştı. Artık düşünmesi ve endişelenmesi gereken diğerleriydi, dışımdaki tüm insanlar...
"Kararsızdım... Tereddüt içerisindeydim..."Çok sevdiğim ve gönülden bağlı kaldığım sakallarımı nefretle kestikten sonra aynadaki yeni suratıma bakındım. Sanki bir şebek, götünü aynaya dönmüş gibiydi. Resmen suratım, şebeğin götüne dönmüştü! Kalbime bir ok saplandı o an!... Ben ne yaptım! Ben ne yaptım böyle!? Nasıl böyle gaddar, nasıl böyle zalim olabilirdim kendime? İçim burkuldu, sanki üzerime bir sığır oturdu o an. Olduğum yerde kalakaldım, doğrulamadım bile bir süre... Zaman sonra kederimi kabullenip kendime geldiğimde banyodan, dış dünyaya ilk adımımı attım ürkekçe. Salona doğru yöneldiğimde annemin valizleri hazırladığını, babamın ise telefonda rezervasyon ayarladığını gördüm. "Neler oluyor, napıyorsunuz siz böyle?" diye kuşkulu gözlerle sordum olup biteni. Annem, gözlerini benden kaçırarak cevap verdi; "Oğlum, babanla balayımızı yapmaya karar verdik. Bir süre evde olmayacağız. Fırına sıcak yemek yapıp koydum, ordan acıkırsan yersin". Şaşkınlıkla; "40 yıl aradan sonra ne balayısı anne?! Konu-komşu kapımızı çalsa ne cevap veririm?!" diye sordum, cevap vermedi; endişeyle valizi toparlamaya devam etti. Bu esnada babam da tepkili bir biçimde içeri odadan gelerek, "Hadi hanım, hazırsan artık çıkalım. Uçağımız 1 saat sonra kalkacak" diyerek yanımdan, yüzüme bakmadan öylece geçip avluya yöneldi. Oldukça şaşkındım ve çaresiz. Annem valizle yüzüme bakmadan ürkekçe yanımdan kaçıp giderken hızla önüne geçip kollarından tutarak meraklı ve kararlı bir şekilde sordum; "Neyiniz var anne, neler oluyor? Neden, neden böyle davranıyorsunuz? Bilmediğim bir sıkıntı var belli. Gözlerimin içine bak ve bana doğruyu söyle anne. Ben senin gınalı kuzun değil miyim ha? Söyle neden?". Annem önce hayır, hayır diyerek başını sağa sola kaçırdı. Ama kararlı olduğumu anlayıp, en sonunda bütün anne şevkatini üzerinde toplayarak, endişeli gözlerle kafasını kaldırıp bana bakınarak cevap verdi; "Senden kaçıyoruz oğlum, senden. Evladımız da olsan, insanız en nihayetinde. Kusura bakma... tipin böyle şebek götüne benziyorken seninle aynı evde barınayamayız ki. Biliyorsun oğlum; uykusuzluk sorunu çekiyorum ben, babanda da sinir var. Aile bağlarımız zedelensin istemiyoruz oğlum. 40 yıl aradan sonra, sana her bakışımızda seni yaptığımız için pişman olmak istemiyoruz yavrum. Şimdi... şimdi ne olur bırakta babanın yanına gideyim. Sakalların çıkınca bizi ararsın, hemen döneriz söz, yanında oluruz. Ama... ama şimdi bizi anlamaya çalış yavrum, ne olur!..." diyerek yaşlı gözlerle kurtulup kaçtı ellerimden. Olduğum yerde donakalmıştım. Gözlerim, sabir bir noktaya kilitlenmiş, hayatı sorguluyordum içten içe. Haklıydılar... ben bile kendimden nefret etmişken, onların bu halimi sevmelerini bekleyemezdim. Anam-babam bile olsalar, bu insafsızlık olurdu onlara, bu gaddarlık!... Gidin dedim, gidin ve beni kendimle başbaşa bırakın...
Aradan 1 gün geçmişti. Sakallarımı sık sık kesmediğim için, uzamakta güçlük çekiyorlardı. Ama düne göre, biraz daha iyiydim sanki. Dışarıya çıkmalıydım, insanlara bu bedeli korkularıyla ödetmeliydim. Bundan cesaret alıp yeniden çıktım dışarıya. Konak'a gidecektim, Kordon Boyu'na. Sahil boyunca yürüyecek, rüzgara karşı el ele tutuşan sevgilileri püskürtecektim yalnızlığıma inat! Otobüs durağına yöneldim bunun için. Beni uzaktan gören grup, hızla otobüs durağını terkedip kaçmaya başladı. Oturan bastonlu, kamburu çıkmış, zavallı, yaşlı bir dede vardı; o kaçamadı. Yanına gelip oturdum. "Selamünaleyküm amca, 515 geçti mi buradan?" diye sordum insanca. Adam Kelime-i Şahadet getirmeye başladı. Titriyordu, ağzından köpükler yayılıyordu. Korktum! Soğukkanlılığımı koruyarak hemen sırtüstü yatırıp suni teneffüs yapmaya başladım. Ölüp, başıma kalmasından korkuyordum. Ellerim kana bulaşamaz, cinayet işleyemezdim ben! Yoo, hayır!... Ama... ama o da ne?! Bir süre sonra onun da bana karşılık verdiğini farkettim. İnsanlık namına yapılan suni teneffüs, resmen french kiss'e dönüşmüştü! Dudaklarımı hışımla, dedenin dudaklarından çekip kurtardım. Ellerimden sıkıca tutup heyecanla, "Evleniriz! Bağım bahçam, kat kat kirada evlerim var. 3 aylık da maaşım. Anandan babandan isteyeyim seni, he de yeter ki sultanım" diyerek üstüme yumulmaya başladı. Refleks icabı tokatı basıp kaçtım hemen! İtiraf ediyorum, hayatımda ilk defa bir yaşlıya şiddet uygulamıştım, ama mecburiyetten lanet olsun ki... Aslında mal varlığı, bir ara koşarken aklıma yatmış gibiydi ama sonradan mirasçılar arasında bölünecek fikri caydırdı beni; tekrar koşmaya devam ettim.
"Ama o da ne! İnsanlar çığlık çığlığa etrafa koşturup fırından kaçmaya başladılar."Başıma gelen bu olay, beni bazı prensiplerimi yeniden düzenlemeye itti. Çok iyi öpüşüyordum kabul ama artık suni teneffüs yaparken seçici olacaktım. Belli ki buna karşı koymakta zorlanabilecek kişiler vardı. Mesela Adriana Lima önümde parmağını kestirse, yatırıp hemen suni teneffüs yapabilirim, ona serbest ama emektar şen aile bakkalımız Dursun abi, kalp krizi geçirip, şuursuz bir şekilde önüme yığılsa dahi kılına bile dokunmamalıydım. Bu insani düşünceler içerisindeyken şık takım elbiseli ve elinde mikrofonlu bir adam ve şişman bir kameraman önümü kestiler aniden. Hemen refleks icabı Ördek Vuruşu pozisyonumu alıp savunmaya geçecekken, elinde mikrofonu olan adam söze girip; "Tarık bey, Tarık bey! Sonunda nihayet sizi bulduk! Saatlerdir sizi arayıp peşinizden koşturuyoruz. Nasılsınız Tarık bey?" diyerek nefes nefese konuştu. Sakin ve metanetli bir şekilde; "Sağolun, iyiyim, siz nasılsınız" diyerek cevap verdim. "Biz de iyiyiz, teşekkürler. Sivil toplum örgütünden geliyoruz. Kabul ederseniz size bir armağanımız olacaktı?" diyerek tekrar söze girdi James Bond kılıklı herif. "Armağan mı? Şişme kadın mı yoksa?!" diye heyecanla sordum bu sefer. "Ehe ehe çok şakacısınız." diyerek iç cebinden bir madalyon çıkardı ve göğsüme doğru uzanıp; "Tarık bey; bu madalyon, sivil toplum örgütünün üstün cesaretinizden dolayı size layık gördüğü bir armağandır. Bizi kırmayıp bu ödülü kabul edeceğinize inanıyoruz. Çünkü... hani şimdi tipinize canlı canlı yakından bakıyorum da; hakikaten bunu fazlasıyla hakediyorsunuz, tebrikler!" diyerek madalyonu göğsüme taktı. Kendimle gurur duymaya başladım o an. Kendinden emin bir şekilde gülümseyerek; "Hah... Geçen sene Fener - Cimbom derbisinde yanlışlıkla Cimbom tarafından bilet alıpta sonra tribünde gür sesle 'İ.ne Cincon! Olamazsın Şampiyon!' diye bağırmıştım da bi ton Cimbomludan sağlam bi sopa yemiştim. Ntvspor'a kadar düştü görüntüler, hatta Rıdvan Dilmen yorumlamıştı canlı yayında. Siz onu diyorsunuz sanırım?" diyerek gurulanmaya başlamıştım ki adam reddetti ve "Hahah =D hayır efendim, hayır. Çok daha büyük bir şey, bu ne ki?" dedi. Ben bu sefer şaşkınlıkla; "Allah Allah, daha büyük bir şey he mi?... Daha büyük bir şey ne olabilir ki? Hımmm..." diye düşünürken; "...Hah! Buldum! Geçen Cumhuriyet'in kuruluş yıldönümünde amerika konsolosluğunun önüne gidip, duvarına işeyerek sidikle; ' Go Home Yankee!!!' yazmıştım da korumalar ortalarına almış, beni daha pantolonumu toplayamadan sağlam bi döverlerken kameralar kayıta girmişti de kurtulmuştum çemberden. Siz o zaman onu diyo olmalısınız değil mi?" diye sordum bu sefer. Adam ciddiyetini toplarlayarak yine; "Hayır efendim, hayır. Çok çok daha büyük bir cesaret örneği için layık görüldünüz bu ödüle. Dilerseniz ben açıklayayım..." derken lafını kesip; "Dur lan dur. Çok fena gıcığında kaldım, ben bulucam mutlaka. Yoksa rahat etmem." deyip tekrardan ve bu sefer daha kararlı düşünmeye başladım kafamın içinde... 2 saatlik odaklanılmış bir süre zarfının sonunda nihayet bulmuştum; "Buldum, buldum... Lise son sınıftayken, son kurtarma sınavı yapılıyordu. Sınavın ortalarıydı, herkes kazık sorular karşısında son şansları olduklarını bildiği için boncuk boncuk terliyor, babalarından yiyecekleri dayağın düşüncesiyle sınav kağıtlarına gömülmüştü. İşte tam stresin böylesine yoğun olduğu bir anda arka sıralardan bir çocuk; zavallı ve ürkek bir biçimde, belki de bir öğrencinin istemekle elde edebileceği en zor şeyi istemek adına umutsuzca sınıfa doğru seslenip; '0.9 uçu olupta vermeyenin...!' diye sormuştu telaşla. Aslında ilk başta umursamamazlıktan gelmiştim. Ama sonra sınavımın hayır, bereket sadakası olsun düşüncesiyle uç tüpünden çıkarıp, herkesin sustuğu bir anda, en umutsuz anda arkamı dönüp ona 0.9 uç vermiştim. Gözgöze geldiğimiz o an; yüzündeki o tarifsiz hayata tutunuş hissi, çocuksu ve saf mutluluğu, dünyaya yeniden gelmişcesine neşeli yüz şekli; okulun albüm kapak resmi seçilmişti de her yere asılmıştı falan; 'Bir öğrencinin okuma hevesi' başlığı altında. Sanırım siz o resmin hikayesini ele geçirip buldunuz beni. Şimdi o çocuk kpss'yi kazanıp milletvekili olmuş diyolar. Nedir aslı, var mı öyle bi şey? Telif hakkı alabilir miyim mesele ben bundan?? Araba taksitine giricem. Ha çocuklar, siz bilirsiniz bu işleri?" diye sordum. Yüzünü dökerek, somurta somurta cevap verdi;
-Evet??
-...tek sebebiiiii...
-Eveeet!?...
-...tek sebebiiiii
-Hığ hığ hığ hığ...
-...tabii ki insan içine çıkma cesareti gösterebildiğiniz şu ibretlik harikası suratınızdır Tarık bey!
-Nası yaaa?! :S
-Ananızın ak sütü gibi helal olan bu ödülü alın ve eve dönün Tarık bey, ne olur sakallarınız çıkana kadar da insanlık namına bir daha sokağa çıkmayın! Rtük bile şu yayını tv'ye sunarken, size ne kategori koyacağını bulamadı; +18? +21? +kaç?! Düşünün artık!... Alın Tarık bey, alın. Alın ve ne olur insanlığı rahat bırakın artık. Yalvarıyorum, bakın 3 çocuğum var benim! En büyüğü bu sene öss'ye girecek. Yalvarıyorum Tarık bey, ne olur insanların yaşantısını yıkıma uğratmayın, ne olur! Bakın, buraya gelirken size banttan yayınlar kaydettik izlemeniz için. İzleyin de görün, varlığınızla insanlığa ne gibi zulümlere yol açtığınızı... Harun, ekranı bize doğru çevirip, kaseti oynat:
00:00:00
"-Dur evlat, henüz çok gençsin. Neden intihar etmek istiyorsun? Mesele iş mi, aş mı? Geçim derdi mi? İn o köprüden, her şeyin bir çaresi bulunur. Haydi, bizi uğraştırma daha fazla. Bak, karın da burada. Haydi oğlum, haydi uzat elini. Ver o köprüyü bana evlat.
-Ekreeeem! Ekrem yalvarıyorum eve dön! Çocuklar ağlıyor Ekreeeem!... Sen ölürsen ben buzdolabı taksitinin altından tek başıma nasıl kalkarım Ekreeeem?!... Ay fenalık geçiriyorum galiba ay bayılıcam...
-Necla üzülme Necla!... Beni dinleyin beni! Komiserim... Sizden tek bir isteğim var...Tarık denilen o zibidi, ne olur evine geri dönsün! Tez bir an önce yakalayıp tıkın onu içeri! Bakın... bakın ben 3 kuruşluk asgari ücretle 2 çocuk geçindiren, kirada oturan adamım. Çalışıp, didinip, çocuklarımın nafakasını çıkarttım bugüne kadar. Ama bu adamın resimlerine her yerde rastladıkça hayata olan yaşama sevincim yok oluyor, yok! Bu adamın tipine baktıkça hayattaki vasıfsız varlığımı sorgularken buluyorum kendimi! Düşündükçe daha derinlerde kayboluyorum. Düşündükçe çıkamıyorum işin içinden. Yalvarırım hayatımla oynamayın! Bulup, tıkın şu zibidiyi içeriye! Ruh yapım bozuldu komiserim! ühü ühü ühüüüeğğğ Neclaaaağğğğ!..."
00:05:27
-Bu ne lan?! =S
-Bu ne ki Tarık bey, başka ibretlikler de var. Sar Harun ileri, sar.
00:23:42
"-Okuyum ben yuaaa!
-Aç kapıyı aç aç
-Yua ben okuyum yua!
-Lan tamam aç!
-Tok tok tok!
-Deminden beri dövüyoz, niye açmıyon kapıyı?!
-Ya ben sizi duymadım ki aabi??... Sen yetkili bi abiye benziyon galiba??
-Okuyum ben yuaah!
-Ne okuyon lan sen eşşoğlueşşek?! İn aşşağa bi!"
-Sar Harun sar sar, geç bu konuşmaları, bizi ilgilendiren kısmına sar...
00:37:53
"-Beyfendi, uyuşturucu kaçakçılığı yaptığınız söyleniyor. Ne diyorsunuz bu suçlamalar hakkında?
-Ben yapmıyam, kim yapsın?
-Neden beyfendi?
-Şu ikinci katın penceresinden, lise üniformasıyla, elinde kitap sallayan gerizekalıyı görüyonuz mu? Hah, o benim kardeşim olur işte. Biz varımızı yoğumuzu bu çocuk okusun, adam olsun diye verdik. Dün okuldan eve dönüşü tvde Kayu izlerken, Tarık denilen o zibidinin haberine maruz kalmış. Oğlan onun tipi gördükten sonra tırlattı! Yoksa zehir gibi bişeydi bu. Çarpım tablosu falan üfff şahane! 7 kere 8 sor, anında cevap verir, o derece! Tabii biz bunu tv başında tek bulduğumuzda artık her şey için geçti yani. Biz büyüğüz falan, bi nebze kendimizi koruyabiliyoz da; bu daha ergen, evrim sürecini henüz tamamlayamamış. Haliyle psikolojisi kaldırmadı oğlanın. Bi git-gel yaşadı, gittiği yerde kaldı kafa, dönemedi. Tuttuğum gibi aile hekimine götürdük hemen. Doktor filmini falan çekti, dedi ameliyat olması lazım. Yaptıralım dedik, burada hiç bi doktor yapmıyomuş. Taaa amerikanada bi doktor varmış, o yapıyomuş bi tek. Çok paraymış, nakit çalışıyomuş dedi. Biz de arka bahçede nice zamandır kokusunu sevdiğimizden kenefir besliyoduk. Kokusunu sevdiğimizden ama, onun harici bi durum yoktu yani düne kadar. Dedim madem hazır paraya ihtiyaç var, biz kenefirleri sattık yani, alıcısı zaten hazırdı. Mahalleli de tutmuş, uyuşturucu kaçakçısı diye adımızı çıkarmış hemen bi günde! Gerçi o iftirayı kimin çıkardığını da biliyom ben. Ev kirasını bi kaç aydır aksatıyoz diye sen çıkardın he mi Zübeyr amca? Bak burada kamaraya konuşuyom; ayıp ayıp, komşuyuz şurda .mına koyim, ayıp!... O Tarık'ın da ben...!"
00:45:12
"Düşündükçe çıkamıyorum işin içinden. Yalvarırım hayatımla oynamayın!"
-Gördüğünüz gibi Tarık bey... insanlar pek de sizden memnun değiller. Ne olur insanlığın bu kanayan çağrısına kulak verin ve sakallarınız çıkana kadar dışarıya çıkmayın artık! Yaşantımız alt-üst oldu! Elektrikler kesik, trafik işlemiyor! Bebeler ağlıyor, analar gözü yaşlı! Bu nasıl bi eziyettir yaa?!
-Ben... ben ne diyeceğimi bilemedim. Böyle olsun istememiştim... Ama... Eeeeeh! Tamam lan tamam! Lanet olsun size be! Eve gidiyorum tamam! 1-2 hafta rahat yaşayın. 2 hafta sonra kafayı camdan uzatıp bi nabız yoklaması yaparım. Her şey yolundaysa bi daha da kesmem anasını satayım sakalımı falan! Al bu kayıtı da kopyalatıp her kanala verin... Ulan beni bu yola siz ittiniz, bir suçum yok aslında ama yine de insanlık bende kalsın ulan! Ağlayan günahsız bebelerin, gözü yaşlı anaların hatrına insanlık bende kalsın be! Tutun da bugünü, milli kurtuluş günü ilan edin e mi?!"
...deyip hışımla eve kaçmıştım Mirkelam koşuşuyla (ki o koşuşun şiddetini bilen bilir). Aynanın karşısına geçtim nemli gözlerim ve kızgın suratımla. "Kesmeyeceğim ulan! Kesmeyeceğim bir daha sakallarımı! Kızlar bana sakallarımla vermese de kesmeyeceğim! İnsanlar istediği kadar dışlasınlar, tepki göstersinler bana, kabullenmesinler beni! Umrumda bile değil! Kendimi vicdanen nasıl huzurlu hissediyorsam, artık öyle kalacağım! Kesmeyeceğim uleeeeen! Tarz benim değil mi? Benim bedenim, benim kararım değil mi? Kesmeyeceğim ulan kesmeyeceğim!!!" deyip aynaya yumruk attım. Elim kanadı. Ama aslında asıl kaynayan vicdanımdı. Küsmüştüm tüm insanlara, bana vermeyen kızlara, anarşist gözüyle bakan toplu taşıma aracı halkına, bi de Latif Doğan'ın şarkısında bahsettiği kadına. Ama bu, benden başka kimin umrundaydı ki? İnsanlar işte böyledir. İçlerinde farklı olanlara önem vermez, benimsemez, kabullenmezler. Empati kurup, onların penceresinden bakmak yerine kolayı seçip dışlarlar hep onları, hor görürürler, yalnızlıkla terbiye ederler, gösterir ama elletmezler!... Mutsuz muydum peki? Belki. Ama gurursuz? Asla! Sakallarım olmadan bir daha... asla!
Herşey çok güzel olacak - bu ne biçim hikaye
En İyi Cevaplar