Ben birinden hoşlanmıştım. Yalnızlığını, çaresizliğini, içini bana dokusunu takdir ederek, yakın bularak kendime. Çocukluk yaptım demeyeceğim, çocukken hala içimde bir yerlerde. Çok yıpranarak, çok yozlaşarak bırakabildiğim o minicik tarafı içimde...
Ben birinden hoşlanmıştım. Arkadaşımın platonik aşkıydı. Platonik aşk dediğim de hani öyle büyük bir şey değil. Arada bahsi geçer, şakayla karışık 'O da bana yazsın istiyorum işte. Bugün de hava bozdu mu ne?' diyecek kadar. Büyütmüş sevgisini içinde. Bilemedim.
Ben birinden hoşlanmıştım. Ve o da benden hoşlanmıştı. Hoşlanmıştı derken, yanlış anlaşılmasın. Arada bir ısıtmak için verdiği elini fazlaca tutardı ellerimin üstünde. Severdi, okşardı parmaklarıyla. O kadarcık yani.
Yalan üstüne yalan sıralamıştı. Hoşlanmıştım. Hoşlanmıştı. Sevmişti. Sevmişti. Hiçbiri büyük hisler değildi. Ardından en sevdiğim arkadaşlarımdan biri söyledi bana beni sevdiğini. Beni seveni sevmeyi denedim. Sevdim de. Çok fazla değil, önemseyecek, merak edecek, belki yanından geçen kızın ona çevirdiği bakışları eritmek isteyecek kadar güneşimle...
Ben bir çocuktan hoşlanmıştım. Ayrıldığımız, ve ben de o da sevgililerimizle olduğumuz dönemde okulda gördüğümde yanımdan geçerken belki heyecanlanacak, belki bana yaptıklarına üzülecek kadar değil. Hiç değil! Yalnızca bir burukluktu. Kısa bir isyan hali, biraz Halil Sezai dinlemişlik hissi uyandıracak kadar belki, o çok zirlak bulduğum İncir Reçeli'ni izleyecek kadar, ağlamak isteyip ağlayamadığım için.
Hoşlanmıştım, o da benden hoşlanmıştı. Öyle İçenarı diye çok şirin bir mekanda başlamıştı her şey. Bilmezdim hoşlanacağımı. Aklımdan onun geçeceğini.
Her şey hiç ummadığım bir yöne savruldu sonra bu fırtına bile değil, olsa olsa bir yaz melteminde... Biz bizi çok erken tüketmiştik. Çok az hoşlanıp, çok az sevmiştik. Herkesin bir yönden haklı olduğu, köşelerinden çıkan okların daire çizip kendine döndüğü bir beşgendik. O, ben, arkadaşım, onun eski-yeni aşkı ve bendik.
Kimseyi suçlayamadık bu yüzden. O aldatmıştı hiçbir şeyden haberi bile olmayan o kızı. Benimle oynamıştı. Arkadaşımla gönül eğlendirmişti. Ben de bir başkasını severek, onu çıkarmıştım küçük kalbimin, küçük hislerinden. Arkadaşımdan da olmuştum üstüne üstlük. Biz beş kişi, öyle küçük hatalar yapıp öylece farklı yönlere savrulmuştuk. O gidip arkadaşıma, tüm suçu bana yüklemişti. Yüklenmeyi severim. Sırtladım. Suçların en büyüğünü bu yüzden kendime attım.
O değil de ne diyordum? Ben birinden hoşlanmıştım. Geçen gün yine gördüm okulun bahçesinde. Her zamanki yerinde. Arkadaşlarıyla muhabbet ediyordu. Beni görmüyordu, görmek istemediğinden. Ama yine de göz göze geliyorduk yaşanmışlıklardan. Yaşanamamışlıklardan. Yaşamak isteyip de yarım bıraktıklarımızdan. Söylemek istedim ona, ondan hoşlanmıştım. Ama artık bitmişti. Tüm bu kuşlükleri bir kenara bırakıp dost olmak gerekirdi.
Baktım ama değmez diyordum bir yandan. Zaten göz dilinden pek anlamazdı. Öyle bodoslama dalaşı, Turist Ömer olası, ardından zengin kalkışı yapası vardı gönüllerde. Hep öyleydi. Emin olamıyordum zeytin dalı olmaktan, ona uzanan. Bir daha kırarsa dostça, fena çatırdardım. Öyle ya, hoşlanmıştım ama o ayrıydı. Bir arkadaş olarak kırarsa fena yanardım.
Hoşlanmıştım... Dostum bile değildi. İçimdekileri öldürmenin verdiği keyifle son nefesimi çekerken sigaramdan, ardıma bakmadan dönüp, uzaklaştım. Öyle çok da hoşlanmadığımdan ondan, unutup gitmiştim ardımda bıraktıklarımı, gündelik sorunşallarıma yönelterek zihnimi...
Biz beş kişiydik. Köşeleri dostça elini uzatan bir daire gibi kaplayıp önümüzü, arkamızı, sobeledik birbirimizi...
En İyi Cevaplar