Aslında "Bence" yazmaya çok da hevesli değildim çünkü bu sitedeki 2,5 yıllık üyeliğimde, ciddi paylaşım yapmak için deli cesareti gerektiğini düşündürten manzaralara tanık oldum. Eğlenceye geldiğini ve ne pahasına olursa olsun "kafa dağıtmak" istediğini belirten bir kalabalık var bu sitede. Ciddi yazan üyelere gösterdikleri tepkilere (ve de tepkisizliğe) bakılırsa ve görünüşte kadın-erkek ilişkilerini ana konu yaptığını iddia eden bir sitedeki sorulara-cevaplara bakılırsa, hadi bu siteyi geçelim, bütün sosyal medyadaki "paylaşım"lara bakılırsa, azıcık birikimi olan, azıcık kafası çalışan, Einstein zekasında falan değil, normal, sıradan, adamakıllı herhangi bir insan için pek de iyi mekanlar değil buralar...
Ama böyle bir site açılmış, kadın-erkek ilişkilerini temel aldığını belirtmiş, bir de 2000 karakter hakkı vermiş, yetmedi düz yazı, "blog" formatı eklemiş. Ve de tam 20 bin karakterle. Yazmanın tam yeri.
Tarsus'ta genç bir kadın yakılarak öldürülmüş ve bütün gündem bu. Yazmanın tam zamanı.
Tabii ki ben sıradan bir insanım, "ünlü gazeteci" veya bir politikacı değilim. Ya da Beren Saat'in milyonda biri kadar dikkate alınacak değilim. Bu yüzden hiç kimsenin bu yazıyı okumayacağını, okusa bile tartışma açmak istemeyeceğini bildiğim için, görüşlere kapalı bir "Bence" paylaşıyorum. "Özgecanların ölümünde, erkek veya kadın, acaba bizler de suç ortağı olabilir miyiz?" diye sorarak konuyu açıyorum. Kasedi geriye sararak... Zincirin her halkasının birbirine bağlı olduğunu unutmayarak...
1960'ların başında kapitalizm altın çağını yaşadı. Gerçekte hasta olan, bir sürü ilaçla ayakta tutulan, "yakışıklı-genç-dinamik-barışsever başkan" etiketleri altında pazarlanan J.F.Kennedy'de simgeleşen bu dönemin "demokrasi"sinin, barışının, özgürlüğünün tümüyle yalan olduğu Martin Luther King cinayeti gibi olaylarda bir tokat gibi insanların yüzüne çarpıyordu. 60'ların bu sözümona "özgürlük rüzgarı" Avrupa'da hippilik akımını türetiyordu. "Çiçek çocukları"nı ve de "cinsel özgürlük" safsatasını...
"Tabuları yıkıyoruz" gibi sloganlar altında, sonu hiç düşünülmeyen yüzeysel ilişkiler, yeni nesillere, gençlere matah bir şeymiş gibi anlatılıyor ve özgürlükle uçarılık eşitleniyordu. Bolca cinsel sapıklık, pornografik filmler ve dergiler her yeri kaplamaya başlıyordu. Zinayı suç sayan bir dinin olduğu, "%99 müslüman" olduğunu söyleyen bir ülkenin "Yeşilçam" denen sinemasında bile bir p*rno sektörü doğuyordu.
Pornografi, gençleri çok küçük yaştan itibaren cinselliğe koşullandırıyordu. Erkekleri seks makinesi, kızları da seks objesi olmaya itiyordu. Biçilen roller buydu. Yani, insanlar da birer metaya dönüşüyordu, "üzerlerinden artı değer üretilen birer meta". Kapitalizmin altın çağı ile kastedilen şey bu aslında; her şeyi metaya çevirebilmek, kazanca kazanç katmak, her öğeden faydalanmak... 1990 sonrası tek kutuplu dünyada 2000'lerin iletişim devrimi ile birleştiğinde dev bir saldırıya dönüşecekti bu... Mantık ise hep aynı: Olabildiğince az masraf, olabildiğince bol kar, her yol serbest.
Filmlerde, reklamlarda, kliplerde hep cinsellik üzerinden oynanıyordu ve modernliğin bunlar olduğu, bunlara karşı çıkan herkesin "geri kafalı", "yobaz" olduğu söyleniyordu. "Kırıcan Belimi" ya da "Baby Girl Yeah" tarzı cümlelerden ibaret olan müzik katliamları, pornografik kliplerle insanlara dinletiliyordu. Bilim yuvası olduğu söylenen üniversitelerin "kafe"lerinde ille de MTV ya da Kral TV gibi kanallar açık olacaktı...
İnsanların dahil olduğu primat hayvanların 1 numaralı eğlencesinin cinsellik olduğu bir gerçeklik ancak hiçbir sevgi bağı içermeyen, kuralsız, başıboş ve aşırı yaşanan bir cinsellik de değil. p*rno dünyasının aşıladığı ölçüsüz cinselliğin insanlara mutluluktan ziyade bıkkınlık ve de şiddet getirdiği bir gerçeklik. Bugün "sosyal medya" profillerine BDSM gibi şeyleri not düşme ihtiyacı hissetmek bundan.
Bunları yazma gereği duydum çünkü Özgecanlara tecavüze kalkışanların ruh halini, daha doğrusu herkesi bu dev tüketim çemberi şekillendiriyor. Erkeklere "seks makinesi", bol kaslı, moda deyimle "giderli", saatte 5-10 kez boşalabilen spem makineleri, kabarık cüzdanlı playboy rolleri biçerseniz, erkekler de erkekliklerini sadece bunlar üzerinden kanıtlamaya meyilli olacaktır.
İnsanları ciddi duygusal ilişkilerden soğutup, "böyle şeylerin anca masallarda olabileceğine", gerçek aşkın ve sevginin yalan olduğuna inandırıp, 7 gün 24 saat pornoya teslim ettiler. Bugün bir "ıssız ada" yarışması bile pornografiye dayalıdır. Bunu ben değil, psikologlar ve sosyologlar söylüyor ki azcık aklı başında her insanın da anlayabileceği bir şey.
Bunun bir de Doğu dünyasının kendi rengine boyadığı "arabesk versiyonu" var elbette. "Batsın bu dünya"lar ile yarından umudunu kesmiş insanlar, hiçbir şeyi düzeltemeyeceğine inandırılmış, kendilerini değersiz, güçsüz hissettirilmiş insanlar yaratıldı. Bir insanı bir şekilde küçültürseniz, bu durum emek sömürüsünü daha güçlü işletir. İnsanlar adaletsizliğe, eşitsizliğe isyan edemez, çemberi kıramaz. Teselliyi alkolde, uyuşturucuda arar. Ve sonunda intiharda.
Bugün 18-30 yaş arası yeni neslin kadın-erkek ilişkilerine bakarsak, Özgecanların neden öldüğünü az biraz görebiliriz diye düşünüyorum.
Kızların "güzellik kompleksi" adı altında bir dertleri var mesela... Yazılı ve görsel medyada onlara sunulan (tabii ki pornografik öğeler ile sunulan) "star"lar kadar güzel olmadıklarını düşünüp komplekse girebiliyorlar. Güzelliğin göreceli bir kavram olduğunu, her erkeğin güzel algısının farklı olabileceğini dahi unutarak... Ayrıca, bir kızın bir erkekten kabul görmesinin tek şartı yüz ve fizik olabilir mi? Maalesef olmuş. Bunu da hippiciliğe borçluyuz. Çünkü hippicilik, cinsel özgürlük, p*rno dünyası insanların birbirlerine ilgi duymasının tek şartını "et"e indirgedi. O halde bu kompleks de hippiciliğin ürünü oluyor.
Bugün kızlarla erkeklerin konuşma dillerine bakınız, herkes birbirini cinsel kimliği üzerinden yaralama derdinde. Bir kız bir erkeğe "Sol ele devam" derken onu nasıl yaraladığının farkında değil. Keza bir erkek de bir kıza "kaşar" derken öyle... Körler-sağırlar diyalogu, altta kalanın canı çıksın oyunu... Duygusuzluğun güçlülük sayılması bundan. Umursamazlığın özendirilmesi bundan.
Bu iletişimsizliği, nefret kültürünü yaratan, birbiri ile dayanışma içinde olması gereken kesimleri birbirine düşman eden şey hippiciliktir. Hippicilik, insanların kalitelerini sadece cinsel hayatları ile, partner sayıları ile ölçmeyi önerir çünkü. Her hafta "sevgili" mi değiştiriyorsun, 18'inden önce bakir/bakireliğini kaybettin mi, sen olgunsundur, kalitelisindir, çok istenen-sevilen insansındır. Klasik bir ABD ailesinin kızının 18'ine bakire gelmesi utanç sayılır, erkeğinden bahsetmeye gerek var mı? Hippiciliğin, "cinsel özgürlükçüler"in önerdiği şey, insanları kişilik olarak hazır olmadıkları, daha sonra pişman olabilecekleri şeylere özendirip, hatta bıktırıp, o kişileri yaşayan birer ölüye, uçarıya, sorgulamayan umursamazlara, duyarsızlara çevirerek birilerinin parasına para katmak olmuştur.
Çok tehlikeli bir şekilde, hippiciliğin mirasını bugün feministler yemekte. Sürekli "kadına özgürlük"ten bahsetmekteler ancak tek önerdikleri şey de özünde "kadınların erkekleşmesi" olmaktan öteye geçmemekte, kadının niçin ezildiğini açıklayamamakta. Friedrich Engels, 150 yıl kadar önce bu tür düşünceleri şöyle eleştiriyordu:
"Kuşkusuz orada burada sevişme özgürlüğünden, kadının konumundan, eşitliğinden söz edilmişti ama ortaya konmuş olan ne vardı? Bir çift saçma laf, birkaç laf ebesi kadın, biraz histeri ve daha çok da Alman ailesinden gelme sızlanma. Bunlardan bir piç bile ortaya çıkmamış!" (Kadın ve Aile, s159)
Özgecanlara sahip çıkıyormuş gibi görünen kalabalıkların çoğunluğunun, tıpkı 2013 Gezi olaylarında olduğu gibi, sadece kimlik arayan - kalabalıkta kendini bulmaya çalışan insanlar olduğu da malum. Gerçek bir duyarlılığın, bilincin olduğu yerde, Soma gibi, Roboski gibi, cephane patlaması gibi olayların asla unutulmayacağı, sebeplerinin anlaşılacağı, sonuna kadar hesap sorulacağı malum ama bizim toplumda her şey kısa sürede unutuluyor ve herkes kabuğuna çekiliyor. Ondan sonra da "Devlet önlem alsın" gibisinden tepkilerle homurdanılıyor. Bu şekilde hep içimize attığımız öfkeleri, bir yakınımızı kaybettiğimizde doktoru döverek dışa vuruyoruz, sırf yol vermedi diye birine tabanca çekebiliyoruz, iki kişinin tartışması bir anda mahalle savaşına dönebiliyor, vs... Bu cinnet toplumunun düzelmesinde devlete değil, topluma görev düşüyor.
Bu bir çember. Konu dönüp dolaşıp "insanın kendisini küçük görmesi"ne geliyor. Her şeyi devletten bekleyen, bir şeylerin değişimi için ciddi, örgütlü bir emek harcamaya yanaşmayan (sadece yanaşır gibi yapan) insanların ruh hali aynen budur. Dans etmekle, çiçek vermekle, 14 Şubat ritüelleri ile hiçbir sosyal sorunun çözülmeyeceğini çocuklar bile bilir.
Özgecanlar için devletin alabileceği bir önlem de yoktur. İdamlar, hadımlar hiçbir sorunu kökünden kaldırmaz. Kadın-erkek iletişimsizliğini, anlaşmazlığı, sevgisizliği, sevgisiz cinselliği, taciz-tecavüz kültürünü yaşatan şey ekonomik sistemin kendisidir ayrıca. Canavarı doğuran karnı boğmaktır amaç. İnsanlara düşen görev de bunu devletten, yasalardan beklememek, ne pahasına olursa olsun, hangi şartlarda olursa olsun iletişim kurmaya, doğru olanları savunmaya, daha güzel bir geleceğe yön vermeye çalışmaktır. Özgecan'ın kardeşi bu bakımdan güzel demiştir, "sevgi dersleri koyulmasını" dileyerek... Tabii ki sevgiyi kuru kuruya sınıfta öğretemezsiniz ama onun ne demek istediğini anladık sanırım.
Devlet yasalar koyduğunda eşitliğin otomatikman geldiğini sanabiliyoruz. Lenin 100 yıl önce, kadın ile erkeğin yasa karşısında eşit olmasının yaşamda eşit oldukları anlamına gelmediğini belirtiyordu.
Sorun kağıt üzerinde yazılanlar, yasalar değil. Sorun tamamen pratikte saklı.
- Bugün kızlarımız kendilerini erkeklerle eşit görüyorlar mı?
- Erkekler kızlara hemcinslerine yaklaştıkları gibi yaklaşıyorlar mı?
Her soru yeni cevap, onlar da yeni sorular üretir...
Cevap 1- Kızların çoğu, bir erkeğin ekonomik gücü altına girerek, kendisi "ev hanımlığı" denilen köleliği sürdürerek, erkekten beslenerek ömrünü tüketme derdinde değil miydi? Halen pek çok kızın rüyasını "maço erkek" denen, kodu mu oturtan, bir kadınla hiçbir duygusal ilişki kurmayacak, empati yoksunu, kabasaba, kendisine değer vermeyecek, ama sırf "üstün" "güçlü" olduğu düşünülen bir erkek modeli süslemiyor mu? Bunların sebebi anayasada ilgili bir maddenin olmayışı mı yani? Anayasada kadını çalışmaktan men eden şeyler de yok oysa.
Cevap 2- Erkeklerin gözünde eğlenmelik kız-evlenmelik kız diye abes bir ayırım yok muydu? Bunun sebebi yine "yasa eksikliği" mi yani?
Çözüm taksilere uyarı düğmesi koymak değildir. Taksici tacizde bulunmasa bile, arka koltukta oturan, belki de kızı yaşında olan genç kadını şehvetli rüyalarına yerleştirdiği an, beyninde tacizi etmiş olur zaten. Karşısındakine belli etmez, hepsi bu. Mesele zihinlerden bu pornografiyi, fanteziciliği atabilmektir. Aynı pornografi yağmurundan o genç kadın da etkilenmiştir. Dikiz aynasından bakan Kıvanç Tatlıtuğ olsa, belki rahatsız olmayacaktır. Öyle ya, genç kızlarımızın küçümsenmeyecek bir kesimi Twitter'lardan kim yakışıklı diye harıl harıl bakınmaktadır. Bu da bir gerçekliktir. Belki de taksicinin tek suçu "tipsiz" oluşudur, bazen karşı çıkılan şey şehvetli bakışlar değil de, bakan gözlerin sahibidir sadece. Kimbilir? Bu tarz taksicileri savunmuyorum elbette.
Sadece tuhaf buluyorum, sorgulamaya açıyorum... Mesela Beren Saat, güzel bir kız olmanın ağır bedeller ödettiğini ifade etmiş ama şu gerçeği unutmuş: Kendisi de sadece güzellik, sadece dış görünüş ile bir yere gelmiş bir insan. Sanat değeri taşıyan, yıllar geçse de insanları etkileyecek bir yapımda yer aldığına kim tanık oldu? Sadece reyting derdinde çekilmiş "Fatmagül'ün Suçu Ne?" dizisiyle insanları az biraz bilinçlendirmek şöyledursun, oyuncak bebek sektörüne malzeme olmak gibisinden pek çok seviyesizliğe önayak olup unutulup gitmediler mi? Beren Saat gençken mağdur olabilir ama yetişkinliğinde pek de mağdur değildir, çünkü insanlara kötü örnek olan "sanatçı"lardan sadece birisidir. Bence.
Yine sosyal medya hesaplarından duyarlılık gösterileri yapan bazı "sanatçı"larımızın da yer aldıkları filmlerde ve dizilerdeki kadın-erkek ilişkilerinin hep "Dallasvari" ya da cıvıklıklar olduğunu görmedik mi? Topluma kötü rol modeli olduklarını yok sayıp, #Özgecan etiketleri ile her şeyin düzeleceğini sanmalarıyla gerçekten masum durduklarını düşünüyorlar mı?
Babaların oğulları ile cinsellik konuşması, çiçek vermeler, zoraki kibar konuşmalar, sanki sadece kadına şiddet uygulanıyormuş gibi, sanki çocuklara ve hayvanlara, hatta erkeklere de yönelmiş bir şiddet algısı yokmuş gibi, meseleyi "kadına şiddet" diye seksistleştirmek, bu kısır döngünün devamını sağlıyor. Büyük resmi görmemiz engelleniyor. Kadın-erkek iletişimsizliği daha da körükleniyor.
Ama dünyayı yönlendirenler için sorun değil. Gölgesini satamadığı ağacı kesenler, insanlara yeni bir "çıkış yolu" sunacaktır elbet. 60'larda özgürlük adı altında p*rno ektiler, 2000'lerde de var elbet bir projeleri... Biz de maça gider gibi miting yapıp, davul-düdük çalıp, konuşarak tatmin olup kendimizi kandırmaya devam edelim...
Son bir şey: Özgecan'ın fotoğrafları ve videoları sürekli TV'de yayınlandığı için, kimseleri ilgilendirmeyecek olan özel hayatı teşhir edildiği için aklıma şu soru yerleşmedi değil: Özgecan zarif bir kız olmasaydı, acaba medya bu kadar ilgilenir miydi? Tecavüz ve şiddet mağduru olup bu denli haberi yapılan başka bir kadın hatırlamıyorum. Özgecan gibi günlerce haber yapılmıyorlardı, yüzleri de buzlanıyordu ama Özgecan adeta büyük boy posterlerle sürekli ekranda. Ölmüş bir genç kızın sosyal medya hesaplarından fotoğraf alıp ekranda dakikalarca yayınlamak doğru mu? Özgecan'ı bir kere göstermek yeterliyken adeta "Özgecan resim galerisi" yayınlamak, TV'yi instagram'a çevirmek biraz saçma olmuyor mu? Yoksa bu haberlerde de gizli bir pornografi söz konusu mu? Bence öyle. Özgecan'a gösterilen "medya duyarlılığı"nın yüzde 1'i diğer kızlardan neden esirgendi diye düşünüp bu sonuca vardım. Biraz acımasız bir hüküm gibi gözükse de, daha mantıklı açıklama bulamadım.
Umarım bir şeyler değişir. Bence böyle...
Dip Not: Toplum & Sosyal İlişkiler kategorisinde paylaşıyorum ama yönetim p*rno gibi kelimelere bakıp "cinsel yaşam"a taşıyabilir, benlik bir durum değildir...
Devamı İçin: Özgecan'ın Düşündürttükleri (II)
Kızlar & Erkekler Ne Diyor?
Cevap
0Cevap
Kendi cinsiyetinde ilk cevabı sen paylaş ve
1 Xper puan fazladan kazan!