Benim Hikayem, Benim Askim.

Visneli
1992 senesinin Şubat ayında iki ay erken doğmuş bir bebekti Jasmine. Aslında Yasemin. Önemi yok şimdilik. Avustralya'da ılık bir yaz günüydü o zamanlar. Anne ve babası -o dillere destan aşık çift- deniz kenarında bir yemek yemek için evden çıkarken, annesi evde arkadaşıyla oynamak için kalan altı yaşındaki oğlunu öpmesine rağmen dönüp yeniden öpmüştü. Gamzeli yanaklarıyla gülümsemişti oğluna. Para vermişti bir de dondurma almaları için. O paranın hiç harcanmadan yirmi sene saklanacağından habersiz...

Evin yakınlarındaki restauranta vardıklarında Jasmine, yani Yasemin'in annesi, kocasına kendini iyi hissetmediğini söylediği sırada cümlesini bitirmeden eteğinin altında bacaklarından akan kanı gördü kocası. Jasmine sancı içinde bağırıyordu. Hastaneye gittiklerinde doktor endişelenmeyin demişti ama Jasmine dayanamıyordu. Kocası sezeryana alın diye yalvarıyordu ama doktor oralı olmuyordu. Nihayet kocasını doğum odasından dışarı çıkardılar. İki buçuk saat sonra doktor çıktı. "Sorry, we lost the Mother..." Yıkıldı adam.

Hikayenin bu kısmı burada kesiliyor. Çünkü adam kızına bundan sonraki iki seneyi hiç anlatmadı. Kızının adını Yasemin koydu. Ama ona hiç Yasemin demedi. Kız adının Yasemin olduğunu beşinci yaş gününde öğrendi.

Beşinci yaş günüydü. Küçük Jasmine okumayı öğrenmeye başlamıştı bile. Babası kızının üzerine titriyordu karısının emaneti diye. Türkçe derdi için ayrı öğretmenler, İngilizce için ayrı öğretmenler, resim için ayrı, piano için keman için... El bebek gül bebek büyümek deyiminin karşılığı idi o. Evet... Okumayı öğreniyordu yavaşça. Babasının ona ne hediye aldığını merak edip odasına girmişti. Yasaktı bu biliyordu. Gizlice eşya karıştırmak çok yasaktı. Misafirler içerdeyken o babasının çekmecelerini karıştırıyordu. Bir cüzdan buldu. Kredi kartı gibi içindekiler kimlikti. Daha önce görmüştü. Yere oturdu. Cüzdanda üç tane kimlik vardı. K.. Kee.. Kerem. Babasınınkiydi bu. Caa.. Can... Cansın. Abisiydi bu da. Diğerinde de C aradı. Casmin diyordu babası. Zaten önce Türkçe kurallarını öğrenmeliydi. Zordu. C aradı tekrar. Ama Y vardı. Beş on dakika sonra çözdü yazıyı: YASEMİN. Yasemin mi?

aşk hikayeleri
Babası odaya girdi. Uyaracaktı ama kızının, o sarı saçlı meleğinin gözlerine bakınca hiç kızamazdı. Sordu babasına: Yasemin kim baba?

"Jasmine, uzaklara gitti demiştim ya annen, işte onu çok özlediğimiz için sana onun adını verdik. Sen o kadar güzel bir kızsın ki, tıpkı annen gibi. Onun saçları da senin gibiydi ipek gibi upuzun, kahverengi boncuk gözleri vardı senin gibi, burnunda ve yanaklarında da çiller vardı azcık işte tıpkı böyle." dedi Jasmine'i aynanın karşısına götürüp. Kız: "Ben hiç görmedim ki!" dedi. Adam dolabı açtı ve kızına pakete konmuş hediyeyi uzattı. Kız paketi açınca "Hih! Bu benim annem miii? Ne kadar güzel..." dedi.

Jasmine o hediyenin verilişini hiç unutmadı. Yıllarca çok uzakların gidilebilir olduğunu sandı. Ta ki ikinci sınıfa kadar. Öğretmeni sordu büyüyünce ne olacaklarını. O çok uzaklara annemin yanına gideceğim dedi. Sıra arkadaşı ona uzaktakilerin ölmüş kişiler olduğunu söylediğinde ağlayarak eve gitti. Babası işten çağrıldı çünkü Jasmine ağlama krizine girmişti. Sakinleşmiyordu. Uzaklara gidilemeyeceğini, gidilince dönülmeyeceğini o gece anladı babasının ona her şeyi anlatmasıyla. Annesinin ismini neden taşıdığını o zaman anladı. Babasını ağlarken ilk kez o zaman gördü. İlk kez anladı neden abisinin iki bozuk parayı gümüş bir kutuda sakladığını.

Jasmine beşinci yaş gününde büyüdü. Buraya kadar olan onun anne babasının acı hikayesiydi. Bundan sonraki aşk ise, bizzat o kızınki.

1998 yılı, mevsimi hatırlamıyor ama onun kırmızı bir kazak giydiğini hatırlıyor. Minik koliler taşıyordu yol kenarına park etmiş arabalarından evine doğru. Jasmine kare kare beyaz çerçeveli pencereye burnunu dayamış, kalbinin sesini dinliyordu onu izlerken. Dadısı omzunu tuttu. Jasmine irkildi. "Kime bakıyorsun tatlım, ah yeni komşularımıza mı?" diye sordu dadı. "Onlar yeni komşumuz mu dadıcım?" diye sordu Jasmine kırmızı kazaklıya bakarken. "evet, babanın iş ortağı, Türkiye'den gelmişler." dedi. Kız koşarak bahçeye çıktı. Nefes nefese çocuğun tam karşısında durdu. "Türkçe biliyor musun?" dedi. Çocuk babasına baktı başını salladı. "Ben Jasmine. Senin adın ne?" diye sordu. Çocuk dokuz yaşındaydı ve kız altı yaşında bir bebekti sanki ona göre. "Doruk." dedi. Ve Jasmine'nin öğrendiğine göre büyük bir saygısızlık yaparak hoşçakal demeden evine gitti. Jasmine "fall in love... fall in love... fall in love..." diye fısıltılar çıkararak evine döndü.
"Yıllarca çok uzakların gidilebilir olduğunu sandı."
Günlüğünü eline alıp yazmaya başladı: Saçları koyu. Ne harika değil mi. Kalbimi duydum onunla konuşurken. Bu nedir günlük? Fall in love? Kırmızı kazak giyiyor. Koyu saçları. DORUK! Çok iyiydi... İmza: Jasmine.

Bir hafta sonra Jasmine yine camdan bakarken onu gördü. Ellerinde kağıtlarla geliyordu. Ne! Onun evine geliyordu. Kapı çaldı. Görevli kapıyı açar açmaz Jasmine orada bitti hemen. Çocuk gelebilir miyim efendim, diye sordu. Jasmine bağırdı sevinçle tabii diye. Birlikte kızın odasına gittiler. Önce dakikalarca susup birbirlerine bakmak yerine odadaki eşyalara odaklandılar. Arada bir gözgöze geliyorlardı. Çocuk "Özür dilerim. Saygısızlık ettim. Babam çok kızdı." dedi. Kız gülümsedi. Ayağa kalktı ve dadısından yiyecek bir şeyler getirmesini rica etmek üzere odadan çıktı. Jasmine altı yaşında olmasına rağmen 176cm boyunda bir annenin ve 185 boyunda bir babanın çocuğuydu. Altı yaşında olmasına rağmen en az sekiz yaşında görünüyordu. Boyu neredeyse Doruk'un boyundaydı. Sapsarı saçları vardı belinde bükleler oluşturan. sol yanağında annesinin hatırası bir gamze ve kocaman kahverengi gözleriyle porselen bir bebek gibiydi.

Jasmine dadısı ile odaya girdi. Elmalı turta ve portakal suyu. Doruk "İngilizce öğrenmem gerekiyormuş" dedi. "Senin öğretmenin bana ders verecekmiş. Babam söyledi.". Kız dinlemiyordu bile doğru dürüst. Fall in love dedi. Anlamadı çocuk. Bir süre sonra oyuncaklarla oynadılar. Sonra çocuk getirdiği kartlardan birini uzattı. Yarın doğum günü partisi vardı. Ve gitti sonra çocuk. Jasmine kartı öpüp yatağa uzandı. Sonra birden fırladı ve dolabındaki en güzel kıyafeti çıkardı.

Ertesi gün için ona hediye alması gerekiyordu. Abisinin odasına girdi ve beyaz bir vosvos gördü oyuncak. Abisine sordu onay alıp birlikte paketlediler.

Doğum günü partisine gitti. Hediyesini verdi. Ama Doruk ona hiç pas vermiyordu bile. Üzüldü. Pasta yemeden ayrılmak nezaketsizlikti. Yedi ve iziin isteyip evine döndü.

Hergün aşkı büyüyordu kızın. ne zaman gözlerine baksa ayrılamıyordu. Ama Doruk ondan üç yaş büyüktü ve yaşıtlarıyla geziyordu sürekli. Bazen Jasmine Doruk'un da ona karşı bir şeyler hissettiğini sanıyordu. Sürekli yazıyordu Jasmine. Onu gördüğünden beri. Ama o kadar.

aşk sevgi
Yıllar geçti. Tam dokuz sene. Jasmine on beşine gelmişti. Liseye başlamıştı. Doruk da aynı lisenin son sınıfındaydı. İlk dönem geçti. Jasmine uzun boyu, düzgün fiziği ile her erkeğin flört etmek istediği kızdı. Ama o kimseye bakmıyor, sadece ders çalışıyordu. Kalbi Doruk'la doluydu. İkinci dönemin sonlarına doğru Jasmine dayanamadı. Üç cilt günlüğünü yanında götürdü ve okul çıkışı Doruk'a verip eve koştu. Üç cilt günlük. Altıncı yaştan kalan. Aşkın en masumuydu bu.

Bir hafta sonra okul çıkışı Doruk ona bir kutu verdi. Jasmine eve koşup açtı: BEYAZ VOSVOS. Elinde çevirirken yüzünde koca bi gülümseyişle, dokuz senedir sakladığını düşündü. Ve vosvosun altındaki yazıyı gördü. Doruk'un dokuz yaş el yazısı ile yazdığı yazıyı: SEVMEK KARIN AĞRISI YAPIYOR.

O gün başladı Jasmine ve Doruk'un aşk hikayesi. Onlarınkiydi işte bu. Babalarına açıkladılar iki ay sonra. İkisi de memnundu durumdan. Doruk bölgenin en iyi üniversitelerinden birinde Ekonomi okumaya başladı. Hafta sonlarını iple çekiyorlardı. Buluşmalarının ikinci hafta sonunda değdi ilk kez dudakları. O ani ikisi de unutamadı. Masum, titrek bir öpücük. Aşkı büyütmüştü. Üç sene böyle geçti. Sonunda Jasmine aynı üniversitenin Tıp Fakültesini kazandı.

Doktor olmaya ikinci sınıfta karar vermişti. Annesinin önü doğururken olduğunu, doktor hatası yüzünden olduğunu öğrendiğinde. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olacaktı. Başka anneler ölmesin diye. Çünkü o bunu en acı şekilde deneyimlemişti.

Jasmine onunla aynı okulda olduğu için öyle mutluydu ki. Aynı eve çıkma kararı aldılar, babaları da onlara güvendi. Beş sene süren bu ilişkide hiçbir zaman iki taraf aynı anda sesini yükseltmemişti, saygı vardı, sevgi vardı, sevginin büyüklüğü saygıyı hak ediyordu başkalarından da. Jasmine'nin babası kendini görüyordu Doruk'ta. Ona güveniyordu. Kızının canını yakmayacağını biliyordu.

Aynı eve çıktılar. Ayrı odalarda uyuyorlardı. Doruk beş yıl içinde onu hiç incitmedi, dokunmadı derinlerine hiç. Çünkü bu sevgi gerçekti. Gerçekten seven kıyamazdı sevdiğine. Sevmenin en masum haliydi onlarınki. En büyük hallerindendi. Sadece bazen dudakları değiyordu titreyerek birbirine. Sonra elleriyle birbirlerinin yüzünü kavrayıp aşkla bakıyorlardı birbirlerinin gözlerine.

Her sabah Doruk uyanıp Jasmine'in odasına gidip onu öpüp kahvaltıyı hazırlıyordu. Jasmine yedi buçuktan önce uyanamıyordu. Geç de uyanamıyordu. Çocukluktan kalma bir kural onun olmuştu artık. Bir sabah ilk kez saat yedide uyandı. Ve kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa girdi. O sırada Doruk da uyanmıştı. Jasmine nin odasına girdi. Yoktu. Evde koşmaya başladı. Hızla mutfağa girdi ve yüzündeki korkunun saniyelerle huzura dönüşmesini gördü Doruk'un. O an anladı gerçekten bağlanmışlardı. O gün kahvaltıyı birlikte hazırladılar ve neşeyle yaptılar.

Bu aşk devam ediyor şimdi. Benim aşkım. Benim hikayem.
(devamı olacak.)

Benim Hikayem, Benim Askim.
55 Cevap